5.Bölüm
Ahir zaman ve Hz. Mehdi (as) hakkındaki hadisler akla ve Adetullaha uygun değerlendirilmelidir
Ahir zaman ve Hz. Mehdi (as) hakkındaki hadisler akla ve Adetullaha uygun değerlendirilmelidir
HZ. MEHDİ (AS)'IN
GELİŞİYLE İLGİLİ HADİSLERİN HURAFEVARİ AÇIKLANMASI YANLIŞTIR
Bediüzzaman
Said Nursi Hazretleri Kastamonu Lahikası'nda bir kısım cahil din alimlerinin
hadislerin sadece zahiri anlamına bakarak, aklın ihtiyarını kaldıracak
açıklamalarla yorumladıklarını, bu sebeple de akıl ve vicdanla çok rahat
anlaşılacak konularda kendilerinin de şüpheye düşecekleri, aynı zamanda bilgisi
zayıf olan Müslümanlara da bu şekilde zarar vereceklerini ifade etmektedir.
Said Nursi Hazretleri ahir zaman Müslümanlarının sıkça karşılaştıkları bu
konuyu veciz bir şekilde anlatmıştır.
... BİR
KISIM ZAHİRÎ ÜLEMALAR(hadislerin dış anlamlarına bakarak hüküm veren
alimler), O RİVAYET VE HADÎSLERİN ZAHİRİNE (dış anlamlarına) BAKIP
ŞÜPHEYE DÜŞMÜŞLER. VEYA SIHHATİNİ (doğruluğunu) (hurafe gibi,
masallarda anlatılan gerçek dışı bir şey gibi yanlış)İNKÂR EDİP VEYA
HURAFEVARİBİR MANA VERİP ÂDETA MUHAL BİR SURETİ (adeta imkansız, aklın
vicdani kanaatle karar verme özelliğini ortadan kaldıracak özelliklerde bir
şahsı) BEKLER BİR TARZDA (anlattıkları için), AVAM-I
MÜSLİMÎNE (böyle metafizik açıklamalara inanmada zorlanacakları veya
bu sebeple hiç inanmayacakları için, halktan bilgisi olmayan Müslümanlara imani
yönden) ZARAR VERİRLER.(Kastamonu Lahikası, s. 80)
Nitekim
günümüzde de kimi cahil din alimleri ortaya çıkarak, Peygamber Efendimiz'den
rivayet edilen hadisleri aynı Said Nursi Hazretleri'nin bildirdiği şekilde
zahiri anlamına göre yorumlamakta ve bu şekilde kendilerince güya Hz. Mehdi
(as)'ın gelişini örtbas etmeye çalışmaktadırlar. Said Nursi'nin bu sözünde
bahsettiği din alimlerinin günümüzde de aynı yöntemlerle insanları aldataya
çalışmaları, Allah'ın dilemesiyle Bediüzzaman'ın bir kerameti, bir harikasıdır.
Örneğin
günümüzde bazı cahil ve yobaz din adamları Hz. Mehdi (as)'ın çok olağanüstü bir
insan olacağı ve zuhur eder etmez halk tarafından hemen tanınacağı, Hz. Mehdi
(as)'ye güya tank, top, silah hatta atom bombası bile etki etmeyeceği, Hz.
Mehdi (as)'ın başının üstünde insanların baktıklarında görecekleri şekilde
bulut üstünde melekler bulunacağı ve bu meleklerin sürekli Hz. Mehdi (as)'ı
işaret ederek insanlara tanıtacağı gibi PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)'İN
HADİSLERİYLE VE ALLAH'IN ADETULLAH'I İLE TAMAMEN ÇELİŞEN BİR İDDİADA
BULUNMAKTADIR.
Hz.
Mehdi (as)'ın yanında meleklerin bulunacağını ve bu meleklerin kendisine yardım
edeceklerini Peygamber Efendimiz (sav) hadislerinde bildirmektedir:
HAZRETİ CEBRAİL (A.S) VE HAZRETİ MİKAİL (A.S), KIRK
ALTI BİN (46,000) MELEK İmam
Mehdi (Hz. Mehdi (as))'ınYARDIMCILARI VE YOLDAŞLARI arasında
olacaktır. (Şeyh Sadooq'un(a.r.) Al-Amaali, Oturum 92, sayfa 504; No'mani,
Al-Ghaibah Sayfa 56; Tafseer al-Ayyaashi, Cilt 1, Sayfa 197; Bihar-ül Envar,
Cilt 19, Sayfa 284; Sayfa. 52, Sayfa 326 Kaamil al-Ziyaaraat'tan aktarıyor;
Cilt 52, Sayfa 356; Cilt 53, Sayfa 14, 87; Tafseer al-Burhaan, Cilt 1,
Sayfa 313; Al -Burhaan Fi Alaamaat-e-Mahdi Aakher al-Zamaan (as), Sayfa 77;
Mikyaal al-Makaarem, Cilt 1, Sayfa 29, 73-74)
Ancak HZ.
MEHDİ (AS)'IN YANINDAKİ MELEKLERİN GÖRÜNMESİ SADECE MANEVİ ALEMDE
GERÇEKLEŞEN VE DOLAYISIYLA SADECE MELEKLERİN GÖREBİLECEĞİBİR OLAY
OLACAKTIR.
Allah
(c.c.) Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in kavminden bazı kişilerin Hz. Muhammed
(sav)'in peygamber olmasının bir delili olarak yanında melek indirilmesi
gerektiği iddiasını savunduklarını haber vermiş, ardından da Peygamberimiz
(sav)'in sadece uyarıcı olarak gönderilmiş bir insan, bir elçi olduğunu
bildirmiştir:
Şimdi onların: "Ona bir hazine indirilmeli veya ONUNLA
BİRLİKTE BİR MELEK GELMELİ DEĞİL MİYDİ?" demeleri dolayısıyla
göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin? Sen
yalnızca bir uyarıcısın. Allah her şeye vekildir. (Hud Suresi, 12)
Başka
pek çok ayette ise peygamberleri inkar eden kişilerin genelde inanmak için
melekleri görme şartı koştukları anlaşılmaktadır:
"Eğer doğruyu söylüyor isen, BİZLERE
MELEKLERİ GETİRMELİ DEĞİL MİYDİN?" Hak olmaksızın Biz melekleri
indirmeyiz.
O zaman da onlara göz açtırılmaz. (Hicr Suresi, 7-8)
O zaman da onlara göz açtırılmaz. (Hicr Suresi, 7-8)
Ve derler ki: "ONA BİR MELEK İNDİRİLMELİ
DEĞİL MİYDİ?" Eğer bir melek indirilseydi, elbette iş bitirilmiş
olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı. (En'am Suresi, 8)
Gerçek
şu ki, BİZ ONLARA MELEKLER İNDİRSEYDİK, ONLARLA ÖLÜLER KONUŞSAYDI VE
HERŞEYİ KARŞILARINA TOPLASAYDIK, -ALLAH'IN DİLEDİĞİ DIŞINDA- YİNE ONLAR
İNANMAYACAKLARDI. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (En'am
Suresi, 111)
Onlar, KENDİLERİNE MELEKLERİN GELMESİNİ Mİ,
ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi
bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman
etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar
sağlamaz. De ki: "Bekleyin, biz de şüphesiz beklemekteyiz." (En'am Suresi, 158)
(Küfre sapanlar) KENDİLERİNE MELEKLERİN
GELMESİNDEN veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi
gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi,
fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Nahl Suresi, 33)
Bunun üzerine, kavminden inkâra sapmış önde gelenler
dediler ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size
karşı üstünlük elde etmek istiyor. EĞER ALLAH (ÖNE SÜRDÜKLERİNİ)
DİLEMİŞ OLSAYDI, MUHAKKAK MELEKLER İNDİRİRDİ. Hem biz geçmiş atalarımızdan
da bunu işitmiş değiliz." (Müminun
Suresi, 24)
Dediler ki: "Bu elçiye ne oluyor ki, yemek
yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? ONA, KENDİSİYLE BİRLİKTE UYARICI
OLACAK BİR MELEK İNDİRİLMESİ GEREKMEZ MİYDİ?" (Furkan Suresi, 7)
"Bu durumda (eğer doğruysa), üzerine altından
bilezikler atılmalı ya da yakınında yer almış vaziyette ONUNLA BİRLİKTE
MELEKLER GELMELİ DEĞİL MİYDİ?"
Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. (Zuhruf Suresi, 53-54)
Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. (Zuhruf Suresi, 53-54)
Onlara "Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye
önlerinden ve arkalarından elçiler gelince, dediler ki: "EĞER
DİLESEYDİ RABBİMİZ MELEKLER İNDİRİRDİ. BUNDAN DOLAYI BİZ, SİZİN
KENDİSİYLE GÖNDERİLDİĞİNİZ ŞEYİ İNKÂR EDİCİLERİZ." (Fussilet Suresi, 14)
"Veya ÖNE SÜRDÜĞÜN GİBİ, gökyüzünü üstümüze parça
parça düşürmeli ya da ALLAH'I VE MELEKLERİ KARŞIMIZA (ŞAHİD OLARAK)
GETİRMELİSİN."
"Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbim'i yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"
Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir.
DE Kİ: "EĞER YERYÜZÜNDE (İNSAN DEĞİL DE) TATMİN BULMUŞ YÜRÜYEN MELEKLER OLSAYDI, BİZ DE ONLARA GÖKTEN ELÇİ OLARAK ELBETTE MELEK GÖNDERİRDİK." (İsra Suresi, 92-95)
"Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbim'i yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"
Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir.
DE Kİ: "EĞER YERYÜZÜNDE (İNSAN DEĞİL DE) TATMİN BULMUŞ YÜRÜYEN MELEKLER OLSAYDI, BİZ DE ONLARA GÖKTEN ELÇİ OLARAK ELBETTE MELEK GÖNDERİRDİK." (İsra Suresi, 92-95)
Bu
ayetlerden de açıkça görüldüğü üzere, iman etmeyenlerin öne sürdükleri bahaneler
her dönemde aynı olmuştur. Nasıl ki Peygamber Efendimiz (sav)'in
dönemindeki inkarcılar Peygamberimiz (sav)'e inanmamalarının delili olarak
yanında meleklerin bulunmamasını ifade etmişlerse, günümüzde de iman edemeyen
bir kısım insanlar Hz. Mehdi (as) gibi veli bir insanın zuhurunu kabul etmemek
için benzer yöntemlere başvurmaktadırlar.
Hz.
Mehdi (as)'ın başının üzerinde bir melek bulunacağını, bütün insanların bu
meleği göreceklerini ve Hz. Mehdi (as)'ı bu şekilde tanıyacaklarını iddia
ederek, dünya şartlarında Allah'ın dilemesiyle hiçbir zaman gerçekleşmeyecek
bir durumu öne sürmekte, Hz. Mehdi (as)'ın çıkışını da kendilerince bu şekilde
önleyebileceklerini zannetmektedirler.
Hadislerde
'Hz. Mehdi (as)'ın başının üzerindeki bir buluttan bir meleğin seslenerek,
"Hz. Mehdi (as) budur, ona uyun" diyerek Hz. Mehdi (as)'ı tanıtacağı'
bildirilmektedir, ancak hadiste bahsedilen bulut, insanların
görebileceği bir bulut değildir. Manevi alemde meleklerin ve cin aleminin
göreceği bir buluttur. Böyle bir görüntü oluşması, meleklerin ya da
cinlerin kavrayışının ötesinde bir durum değildir. Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde haber verildiği gibi, Hz. Mehdi (as) insanların olduğu gibi,
cinlerin ve meleklerin de Hz. Mehdisi'dir. Allah Hz. Mehdi (as)'ı, 3 ayrı aleme
de rahmet olarak göndermiştir. Dolayısıyla bu açıklama da cinlere ve özellikle
de melek alemine yöneliktir ve böyle bir durum onlar için meşru bir olaydır.
Hadiste belirtilen olay gerçekleşip bir melek Hz. Mehdi (as)'ı müjdeleyip
tanıttığında, bir başka hadiste haber verildiği gibi diğer melekler de bu
çağrıya uyarak Hz. Mehdi (as)'a yardım edeceklerdir. Peygamberimiz (sav)'in bu
konudaki hadisleri şöyledir:
... Hz. Allah 3000 meleği ona (Hz. Mehdi (as)'a) yardıma
gönderecektir.(Nuaym b. Hammad)
Allah onu (Hz. Mehdi (as)'ı) üç bin melekle
destekleyecektir. (El Kavlu-l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
Muntazar, Ahmed İbn-i Hacer-i Mekki, s. 41)
Dolayısıyla
bu hadislerin dıştan görünen anlamıyla yorumlanmaması son derece önemlidir.
Çünkü burada kastedilenin, "bir bulut içerisinde bir meleğin gelip
insanlarla konuşması ve onlara Hz. Mehdi (as)'ı tanıtması olmadığı" çok
açıktır. Böyle bir olay ne Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de, ne de diğer
peygamberlerinin hiçbirinde olmamıştır. Peygamberlere de melekler hiçbir zaman
için melek olduklarından yüzde yüz emin olmayacakları gibi, hep güzel bir insan
görünümünde gelmişlerdir. Böyle bir mucize gerçekleşse, insanların hepsi
kayıtsız şartsız iman eder, Hz. Mehdi (as)'ı kabul eder ve hiçbir şüpheye
kapılmazdı. Ancak böyle bir durum, Allah'ın Kuran'da bildirdiği adetullahına
tümüyle aykırıdır. Zira Hz. Mehdi (as) ile ilgili böyle bir mucize olsa, dünya
hayatında insanlar için yaratılan 'imtihan' ortadan kalmış olurdu ki bu da
Kuran'a göre mümkün değildir. Melekler insanlara görünmeyeceklerdir. Melekler,
Hz. Mehdi(as)'a görünmeden yardım edecekler, insanların kalbine Allah'ın
dilemesiyle, "Bu kişi Hz. Mehdi (as)'dır" diye ilham edeceklerdir.
Bazı kişilerin dediği gibi gökten melekler insanlara görünecek şekilde "Bu
Hz. Mehdi (as)'dir. Ona uyun" dese, ayrıca buluttan bir el çıksa ve Hz.
Mehdi (as)'ı göstererek ona biat edilmesini işaret etse ve milyonlarca insan bu
duruma şahit olsa, bütün bu açık ve kesin delillere rağmen Hz. Mehdi (as) yine
de Mehdiliğini kabul etmezse, meleklerin hiç birinin sözüne inanmıyor anlamı
çıkar. Bu da olacak bir şey değildir. Meleklerin açık ve aleni konuşmaları
kendi aralarında olacaktır.
Hz. Mehdi (as) Mekke'ye gidecek ve burada, kendisi
istemediği halde, insanların 'Eğer kabul etmezsen, senin boynunu
vururuz'şeklindeki zorlamalarından sonra Rükun ve Makam arasında biatlarını
kabul edecektir. (El-kavlu'l muhatasar fi alamet-il mehdiyy-il muntazar,
s.32)
Hz.
Mehdi (as)'ın yanında görünür bir melek olup herkesi ona biat etmeye çağıracak
olsa Hz. Mehdi (as) da kendinin Hz. Mehdi (as) olduğundan emin olacaktır. Böyle
bir durumda insanların ona zorla Hz. Mehdi (as) olduğunu kabul ettirmesine
gerek kalmazdı. Çünkü zaten yanında görünür halde bir melek bulunsa,
söyledikleri doğru olacağı ve kesin delil niteliğinde olacağı için Hz. Mehdi
(as)'ın itirazı olmazdı. Bu durumda Hz. Mehdi (as)'ın insanların kendisine biat
etmesini kabul etmesi şart olurdu.
Muhtelif ülkelerden birçok alim, birbirlerinden
habersiz şekilde Mehdi'yi aramak üzere yollara çıkacak ve alimlerden her birisine 310 kadar insan
refakat edecektir...birbirlerine 'Buraya niçin geldiklerini' sorduklarında,
hepsi de 'Bu fitneleri önleyecek ve Konstantiniyye'yi manen fethedecek olan
Mehdi'yi arıyoruz, çünkü biz onun, babasının anasının ve ordusunun isimlerini
öğrendik' şeklinde cevap verirler. (El-kavlu'l muhatasar fi
alamet-il mehdiyy-il muntazar, s.40)
İslam alimlerinin Hz. Mehdi (as)'ı aramaya çıkmaları Peygamberimizin (sav)
hadislerinde birçok yerde bildirilmektedir. Hz. Mehdi (as)'ın başının üzerinde,
onun Hz. Mehdi (as) olduğunu haber veren görünür şekilde bir melek olsa, herkes
kim olduğunu ve yerini hemen bilirdi. İslam alimleri de Hz. Mehdi (as)'ı
aramaya çıkmaya gerek duymazlardı. Kimi cahil din adamlarının Hz. Mehdi (as)'ın
çıkışını kendilerince insanlardan gizleyebilmek için başvurdukları oyunlardan
bir diğeri de Hz. Mehdi (as)'a tank, top, silah hatta atom bombasının bile etki
etmeyeceğini iddia etmeleridir. Oysa Peygamberimiz (sav) hadislerinde, Hz.
Mehdi (as)'ın peygamberlerle çeşitli benzerliklere sahip olacağını ve onlar
gibi çeşitli zorluklarla mücadele edeceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi (as) da
peygamberler gibi iftiraya uğrayacak, çeşitli güçlükler, iftiralar ve belalarla
imtihan edilecek, inkar edenlerin kurdukları tuzaklara karşı göğüs gerecektir.
Peygamberimiz (sav)'dan rivayet edilen hadisler şu şekildedir.
İmam
Zeyn-ul Abidin aleyhi's-selâm şöyle buyurmuştur:
"BİZİM KAİM'İMİZ (HZ. MEHDİ (AS)) İLE ALLAH'IN
RESULLERİ ARASINDA BİR TAKIM BENZERLİKLER VARDIR. NUH, İBRAHİM, MUSA, İSA,
EYYUB VE MUHAMMED SALLÂ'LLÂHU ALEYHİ VE ALİH PEYGAMBERLERİN HER BİRİ İLE BİR
BENZERLİĞİ VARDIR. Nuh ile
uzun ömürlü olmasında, İbrahim ile, doğumu-
nun gizli olması ve halktan uzak durmasında; Musa ile, korku hali (Hz. Mehdi (as)'a yönelik tehlikelerin yoğunluğuyla; öldürme, tuzak kurma, tutuklanma, gözaltına alınma, sürgün gibi her türlü tehlikeyle iç içe olmasıyla) ve gaybette yaşamasında (sürekli gizlenerek yaşamasında); İsa ile halkın onun hakkındaki ihtilafa düşmesi (bir kısım insanların, 'Mehdi gelecek', bir kısımının da 'gelmeyecek', bir kısmının 'Mehdi çok daha ileride gelecek' ya da 'gelmiş geçmiştir' demesinde, bir kısmının ise 'Mehdi hiç gelmeyecektir' demesinde); Eyyubile, beladan sonra kurtuluşun yetişmesinde (Hz. Mehdi'ye de birçok zorluk, sıkıntı ve dert gelmesi; ancak aynı Hz. Eyüp (as) gibi Allah'ın rahmetiyle hepsinden kurtulmasıyla); Muhammed (sav) ile de kılıçla kıyam etmesinde (Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı, kılıcı ve hırkasının, Hz. Mehdi (as)'ın yanında olmasıyla), benzerliği vardır." (Kemal'ud-Din s. 322, 31. babin 3. hadis)
nun gizli olması ve halktan uzak durmasında; Musa ile, korku hali (Hz. Mehdi (as)'a yönelik tehlikelerin yoğunluğuyla; öldürme, tuzak kurma, tutuklanma, gözaltına alınma, sürgün gibi her türlü tehlikeyle iç içe olmasıyla) ve gaybette yaşamasında (sürekli gizlenerek yaşamasında); İsa ile halkın onun hakkındaki ihtilafa düşmesi (bir kısım insanların, 'Mehdi gelecek', bir kısımının da 'gelmeyecek', bir kısmının 'Mehdi çok daha ileride gelecek' ya da 'gelmiş geçmiştir' demesinde, bir kısmının ise 'Mehdi hiç gelmeyecektir' demesinde); Eyyubile, beladan sonra kurtuluşun yetişmesinde (Hz. Mehdi'ye de birçok zorluk, sıkıntı ve dert gelmesi; ancak aynı Hz. Eyüp (as) gibi Allah'ın rahmetiyle hepsinden kurtulmasıyla); Muhammed (sav) ile de kılıçla kıyam etmesinde (Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı, kılıcı ve hırkasının, Hz. Mehdi (as)'ın yanında olmasıyla), benzerliği vardır." (Kemal'ud-Din s. 322, 31. babin 3. hadis)
"Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır
Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (HZ. MEHDİ (AS)'IN)
SAHİBİNDE DÖRT PEYGAMBERİN SÜNNETİ VARDIR:... Dedim ki: "HZ. YUSUF'UN
SÜNNETİ NEDİR?" BUYURDU Kİ: "ZİNDAN VE GAYBET."... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s.
190)
Peygamberimiz
(sav) hadislerinde ahir zamanın Büyük Mehdisi'nin deccaliyet sisteminin
baskılarına, işkence ve eziyetlerine maruz kalacağından, hapsedileceğinden,
öldürülme tehlikesi içinde yaşayacağından, ellerinden ve ayaklarından zincire
vurulacağından, boynuna bakır levha asılarak acı ve zorluk içinde
bırakılacağından, tecrit edileceğinden bahsetmektedir.
Eğer
Hz. Mehdi (as) kimi şahısların iddia ettiği gibi başında görünür şekilde
melekler olan, silahın, tankın topun etki etmediği olağanüstü bir varlık olmuş
olsaydı nasıl hapse atılabilir, nasıl işkence ve baskı görür, zorluk içinde
yaşardı? Hiçbir silahın, bombanın etki etmediği bir kişiye kim yaklaşabilir,
kim bu kişiyi hapsedebilir ya da işkence yapabilirdi? Ayrıca Peygamberimiz
(sav), Hz. Mehdi (as)'ın bir gaybet dönemi olacağından da bahsetmiştir. Eğer
Hz. Mehdi (as) iddia edildiği gibi olağanüstü bir insan olmuş olsaydı saklanmaya,
gözden uzak şekilde yaşamaya neden ihtiyaç duyacaktı?
Görüldüğü
gibi birtakım cahil din adamlarının iddiaları Bediüzzaman Said Nursi
Hazretleri'nin sözündeki tarife birebir uymaktadır. Müslümanları bu gibi
yöntemlerle yanıltmaya ve aldatmaya çalışmak dünyada ve ahirette insanı büyük
bir vebal altına sokabilir.
Allah
bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirmektedir:
Kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve
bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne
kötü yük yükleniyorlar. (Nahl
Suresi, 25)
HZ. MEHDİ (AS)'IN
GELİŞİ KAÇ TÜRLÜ YÖNTEMLE GİZLENİYOR?
Hz.
Mehdi (as)'ın gelişi ve varlığı konusunda çeşitli yanılgılara düşen çok sayıda
insan vardır. Bu yanılgılardan bazıları şöyledir:
1. Hz. Mehdi (as) gelip geçmiştir, eskiden
çıkmıştır.
2. Hz. Mehdi (as) şahsi manevidir,
yani görünmez bir ruh gibidir. Dolayısıyla şahıs olarak beklemenin bir
anlamı yoktur.
3. Hz. Mehdi (as) gelecektir ama yüzyıllar sonra
gelecektir.
4. Hz. Mehdi (as) herhangi bir insan olacaktır. Hz.
Mehdi (as), Bediüzzaman'ın eserlerinde; "Hz. Mehdi (as)'ın üç görevi
vardır" diye bildirdiği görevlerden 2. ve 3. görevleri yapacak,
materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapmayacak, iman
hakikatlerini anlatmayacak sadece Risaleleri okuyacak herhangi bir siyasi
liderdir. Dolayısıyla fazla dikkat çekici birisi değildir.
5. Hz. Mehdi (as) diye bir kişi hiç yoktur
ve hiçbir zaman da gelmeyecektir.
6. Hz. Mehdi (as) gelebilir ama bu konuları araştırmak doğru değildir. Hz. Mehdi (as) geldiğinde bizi vazife başında bulması gerekir dolayısıyla incelemeye gerek yoktur. Gelirse gelir, gelmezse gelmez.
6. Hz. Mehdi (as) gelebilir ama bu konuları araştırmak doğru değildir. Hz. Mehdi (as) geldiğinde bizi vazife başında bulması gerekir dolayısıyla incelemeye gerek yoktur. Gelirse gelir, gelmezse gelmez.
7. Başının üstündeki bir meleğin bütün
insanların göreceği şekilde "Bu Mehdi'dir, ona uyun" demesi, Hz. Mehdi
(as)'a tank, top, silahın etki etmemesi gerekir. Böyle özellikleri olmayan kişi
de zaten Hz. Mehdi (as) değildir.
8. Ahir zamanda çok fazla sayıda Mehdi
gelecektir. Üç, beş, on tane Mehdi gelebilir. Hepsi de sessizce Mehdilik
görevlerini yapıp vefat ederler dolayısıyla bu gerçeği çok az kişi bilir.
Hz.
Mehdi (a.s)'ın gelişi ile ilgili Resulullah (sav)'i bu kadar açık ve sarih
hadis-i şerifi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin bu kadar net ve anlaşılır
sözü varken bu konuyu bu derece karmaşık ve anlaşılmaz bir hale getirmek ve
kapatıp ört bas etmeye çalışmak, ahir zamanın garip ve vahim özelliklerinden
bir tanesidir. Hz. Mehdi (a.s)'ın gelişi ve varlığı ile ilgili yukarıda
anlattığımız yanılgılara düşen yüz milyonlarca insan vardır. Hz. Mehdi (as)'ın
bu yüzyılda geleceğini düşünen ise başlangıçta 313 kişi olacaktır. Şu andaki
genel durumdan da bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Resulullah Efendimiz (sav)
hadis-i şeriflerinde Hz. Mehdi (as)'ın yanında 313 kişinin toplanacağını
bildirmiştir.
Açık
ve sarih hadislere göre Hz. Mehdi (as)'ı anlayabilecek 313 kişi dışında
kimse olmayacaktır. Anlamamalarının nedenleri de yukarıda sayılan
yanılgılardır. İnsanların bir kısmı Hz. Mehdi (as)'ın varlığını gerçekten
anlamayacak, bir kısmı da şeytani bir gaye ile anlamazlıktan gelecek ve Hz.
Mehdi (as)'ın zuhuruna kadar bu durum böyle devam edecektir. Bediüzzaman Said
Nursi Hazretleri de Hz. Mehdi (as)'ın imanın nuru ile anlaşılacağını ve onu
farkederek yanında bulunacak kişilerin çok az sayıda olacağını şöyle bildirmektedir:
Bu
vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve manevi ordusu yalnız ihlas,
sadakat ve tesanüd (birlik) sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdlerdir
(talebelerdir). Ne kadar da az olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli
ve kıymetli sayılırlar. İşte o pek kesretli, o muktedir ordu, Al-i
Muhammed Aleyhissalatü Vesselam'dır ve Hz. Mehdi'nin en has ordusudur. (Emirdağ
Lahikası, s. 259)
Hz.
Mehdi (as)'ın zuhuruna ait bütün alametler ortaya çıkmış olmasına ve bu
işaretlerin son derece açık ve aleni olmasına rağmen Hz. Mehdi (as)'ın
bilinememesi çok büyük bir mucizedir. Ancak insanların büyük bölümünün gözüne
perde çekilmiştir ve insanlar bu açık gerçeklere rağmen Hz. Mehdi (as)'ı fark
edememektedirler. Bu durum ahir zamanın şiddetinin azametini, vahametini,
basiretin ve ferasetin ne kadar ortadan kalkmış olduğunu, insanların nasıl bir
düşünce yapısına sahip olduğunu göstermektedir.
Ancak
Hz. Mehdi (as)'ın gerçekten tek bir şahıs olduğunu ve bu yüzyılda zuhur
edeceğini Allah'ın izniyle bütün dünya ileride anlayacaktır.
HZ. MEHDİ (AS)
AKIL ALMAZ ÖZELLİKLERLE, -ADETULLAHA AYKIRI OLARAK- GELMEYECEK; TÜM
PEYGAMBERLERDE OLDUĞU GİBİ, AKLIN KABUL EDECEĞİ, -ADETULLAHA UYGUN
ÖZELLİKLERLE- GELECEKTİR
Hz.
Mehdi (as), insanların, isteseler de istemeseler de iman etmeye mecbur
kalacakları gibi bir görünüm içerisinde ortaya çıkmayacaktır. Tam tersine Hz.
Mehdi (as)'ın, makul ve adetullaha uygun bir görünümü ve buna yine adetullaha
uygun, makul bir hayatı olacaktır. Zaten bu sebeple Hz. Mehdi (as) halk
arasında kolayca tanınamayacak, ancak zamanla fark edilecektir. Bediüzzaman
Said Nursi'in de belittiği gibi, "yakın talebeleri bile, ancak imanın
nuruyla; ona dikkat ettiklerinde Hz. Mehdi (as)'ı fark edeceklerdir".
"Onun alametleri gelmiştir." (Muhammed Suresi, 18) ayetinin bir
nüktesi (ince manası), bu zamanda akîde-i avâm-ı mü'minîni
vikaye(halktan müminlerin iman seviyesini) ve şübehattan muhafaza (şüphe
ve tereddütlerden korumak) için yazılmış. Ahir zamanda vukua gelecek
hâdisata (gerçekleşecek olan olaylara) dair hadislerin bir kısmı
müteşabihat-ı Kuraniye (benzetmelerle anlatılan Kuran ayetleri) gibi
derin manaları var. Muhkemat (Kuran'ın, yoruma gerek kalmayacak
şekildeki açık ayetleri) gibi tefsir edilmez (yorumlanmaz) ve herkes
bilemez. Belki tefsir yerinde (açıklamak yerine) tevil ederler (başka
bir şekilde yorumlarlar).
... "Halbuki o ayetlerin tefsirini (gerçek yorumunu) Allah'tan ve ilimde derinlik ve istikamet (doğruluk) sahibi olanlardan başkası bilemez" (Al-i İmran Suresi, 7) sırrıyla, vukuundan (ortaya çıkışından) sonra tevilleri (gerçek manaları) anlaşılır ve murad(kastedilenin) ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar (ilimde derinleşmiş; dini bilgileri sağlam ve kuvvetli olanlar), "Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimiz'in Katından indirilmiştir." (Al-i İmran Suresi, 7) deyip o gizli hakikatları izhar ederler (açığa çıkarırlar). (Şualar, 5. Şua, s.578)
... "Halbuki o ayetlerin tefsirini (gerçek yorumunu) Allah'tan ve ilimde derinlik ve istikamet (doğruluk) sahibi olanlardan başkası bilemez" (Al-i İmran Suresi, 7) sırrıyla, vukuundan (ortaya çıkışından) sonra tevilleri (gerçek manaları) anlaşılır ve murad(kastedilenin) ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar (ilimde derinleşmiş; dini bilgileri sağlam ve kuvvetli olanlar), "Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimiz'in Katından indirilmiştir." (Al-i İmran Suresi, 7) deyip o gizli hakikatları izhar ederler (açığa çıkarırlar). (Şualar, 5. Şua, s.578)
Birinci
Nokta:
İman ve teklif (sorumluluk), ihtiyar dairesinde (irade ve bir şeyi tercih edebilme gücü açısından) bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka(yarışma) olduğundan, perdeli (üstü örtülü) ve derin ve tetkik (inceleyip araştırma) ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri (gerektiren teorik konuları) elbette bedihî (çok belirgin ve açık) olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek (herkesin kabul edeceği şekilde) derecede zarurî (gerekli) olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler a'lâ-yı illiyyîne (yücelerin en yücesine) çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne (aşağıların en aşağısına) düşsünler. İhtiyar kalmazsa (insandaki bir şeyi tercih edebilme gücü yani irade ortadan kalkarsa) teklif olamaz (o zaman kişinin sorumluluğu da kalmaz). Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir (çok nadir olarak mucize gerçekleşir). Hem dâr-ı teklifte (dünyadaki imtihan ortamında) gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet (kıyametin kopmasını haber veren şartlar) ve eşrat-ı saat (kıyametin kopmasını haber veren belirtiler), bir kısım müteşabihat-ı Kur'aniye (Kuran'daki, hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken ayetler) gibi kapalı ve tevilli (yorum gerektirecek şekilde) oluyor. Yalnız, Güneş'in mağribden çıkması (Batı'dan doğması) bedahet derecesinde (çok açık bir şekilde) herkesi tasdike mecbur ettiğinden (herkesin görüp inanacağı bir olay olacağından), tevbe kapısı kapanır; daha tevbe ve iman makbul olmaz (bu olay gerçekleştikten sonra, Allah Katında kişinin tevbesi ve iman etmesi kabul edilmez). Çünkü Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar (O zaman iyiler de kötüler de bu gerçekleri kabul eder ve her ikisi de aynı konumda olmuş olur). Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nüzulü (ikinci kez yeryüzüne inişi) dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir (iman gözüyle, iman nuruyla fark edilebilir); herkes bilemez.
İman ve teklif (sorumluluk), ihtiyar dairesinde (irade ve bir şeyi tercih edebilme gücü açısından) bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka(yarışma) olduğundan, perdeli (üstü örtülü) ve derin ve tetkik (inceleyip araştırma) ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri (gerektiren teorik konuları) elbette bedihî (çok belirgin ve açık) olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek (herkesin kabul edeceği şekilde) derecede zarurî (gerekli) olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler a'lâ-yı illiyyîne (yücelerin en yücesine) çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne (aşağıların en aşağısına) düşsünler. İhtiyar kalmazsa (insandaki bir şeyi tercih edebilme gücü yani irade ortadan kalkarsa) teklif olamaz (o zaman kişinin sorumluluğu da kalmaz). Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir (çok nadir olarak mucize gerçekleşir). Hem dâr-ı teklifte (dünyadaki imtihan ortamında) gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet (kıyametin kopmasını haber veren şartlar) ve eşrat-ı saat (kıyametin kopmasını haber veren belirtiler), bir kısım müteşabihat-ı Kur'aniye (Kuran'daki, hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken ayetler) gibi kapalı ve tevilli (yorum gerektirecek şekilde) oluyor. Yalnız, Güneş'in mağribden çıkması (Batı'dan doğması) bedahet derecesinde (çok açık bir şekilde) herkesi tasdike mecbur ettiğinden (herkesin görüp inanacağı bir olay olacağından), tevbe kapısı kapanır; daha tevbe ve iman makbul olmaz (bu olay gerçekleştikten sonra, Allah Katında kişinin tevbesi ve iman etmesi kabul edilmez). Çünkü Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar (O zaman iyiler de kötüler de bu gerçekleri kabul eder ve her ikisi de aynı konumda olmuş olur). Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nüzulü (ikinci kez yeryüzüne inişi) dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir (iman gözüyle, iman nuruyla fark edilebilir); herkes bilemez.
İkinci
Nokta:
Peygambere bildirilen umûr-u gaybiye (gayba ait, bilinmeyen işlerin ve gelişmelerin) bir kısmı tafsil ile (detaylarıyla) bildirilir. Bu kısımda hiç tasarruf edilmez ve karışamaz. Kur'an'ın ve hadîs-i kudsînin (Peygamberimiz (sav)'in naklettiği, Allah'ın Kuran'ın dışındaki sözlerininin yer aldığı hadislerin) muhkematı (yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olanları) gibi. Ve diğer bir kısmı icmal ile (özet olarak) bildirilir, tafsilât (ayrıntıları) ve tasviratı (tasvir ve anlatımları) onun içtihadına havale edilir (-dinen kesin olarak hüküm belirtilmeyen konular olması sebebiyle- Peygamberin, Kuran ve hadise dayanarak açıklayıp hüküm vermesine bırakılır). İmana girmeyen hâdisat-ı kevniyeye (imani konuların dışında kalan, kainatta gerçekleşen olaylara) ve vukuat-ı istikbaliyeye (gelecekte meydana gelecekolaylara) dair hadîsler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (A.S.M.) belâgatıyla (amaca ve şartlara en uygun olacak şekilde yaptığı; güzel, yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla) -temsiller suretinde (kıyaslama şeklindeki benzetmelerle) - sırr-ı teklif hikmetine muvafık (imtihanın sırrına uygun olarak) tafsil ve tasvir eder (konuları ayrıntılı olarak anlatır ve bunları örneklerle açıklar). Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem'in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu garib haberden beş-altı dakika sonra birisi geldi dedi: "Ya Resulallah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem'e gitti." (Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) (Bu örnek,) Peygamber'in yüksek beligane kelâmının (kusursuz, yerinde; hale ve duruma uygun şekilde yaptığı; güzel, yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla) -temsiller suretinde (kıyaslama şeklindeki benzetmelerle) - sırr-ı teklif hikmetine muvafık (imtihanın sırrına uygun olarak) tafsil ve tasvir eder (konuları ayrıntılı olarak anlatır ve bunları örneklerle açıklar). Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem'in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu garib haberden beş-altı dakika sonra birisi geldi dedi: "Ya Resulallah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem'e gitti."(Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) (Bu örnek,) Peygamber'in yüksek beligane kelâmının (kusursuz, yerinde; hale ve duruma uygun şekilde söylediği sözünün) tevilini (yorumunu ve açıklamasını) gösterdi.
Peygambere bildirilen umûr-u gaybiye (gayba ait, bilinmeyen işlerin ve gelişmelerin) bir kısmı tafsil ile (detaylarıyla) bildirilir. Bu kısımda hiç tasarruf edilmez ve karışamaz. Kur'an'ın ve hadîs-i kudsînin (Peygamberimiz (sav)'in naklettiği, Allah'ın Kuran'ın dışındaki sözlerininin yer aldığı hadislerin) muhkematı (yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olanları) gibi. Ve diğer bir kısmı icmal ile (özet olarak) bildirilir, tafsilât (ayrıntıları) ve tasviratı (tasvir ve anlatımları) onun içtihadına havale edilir (-dinen kesin olarak hüküm belirtilmeyen konular olması sebebiyle- Peygamberin, Kuran ve hadise dayanarak açıklayıp hüküm vermesine bırakılır). İmana girmeyen hâdisat-ı kevniyeye (imani konuların dışında kalan, kainatta gerçekleşen olaylara) ve vukuat-ı istikbaliyeye (gelecekte meydana gelecekolaylara) dair hadîsler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (A.S.M.) belâgatıyla (amaca ve şartlara en uygun olacak şekilde yaptığı; güzel, yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla) -temsiller suretinde (kıyaslama şeklindeki benzetmelerle) - sırr-ı teklif hikmetine muvafık (imtihanın sırrına uygun olarak) tafsil ve tasvir eder (konuları ayrıntılı olarak anlatır ve bunları örneklerle açıklar). Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem'in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu garib haberden beş-altı dakika sonra birisi geldi dedi: "Ya Resulallah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem'e gitti." (Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) (Bu örnek,) Peygamber'in yüksek beligane kelâmının (kusursuz, yerinde; hale ve duruma uygun şekilde yaptığı; güzel, yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla) -temsiller suretinde (kıyaslama şeklindeki benzetmelerle) - sırr-ı teklif hikmetine muvafık (imtihanın sırrına uygun olarak) tafsil ve tasvir eder (konuları ayrıntılı olarak anlatır ve bunları örneklerle açıklar). Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem'in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu garib haberden beş-altı dakika sonra birisi geldi dedi: "Ya Resulallah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem'e gitti."(Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) (Bu örnek,) Peygamber'in yüksek beligane kelâmının (kusursuz, yerinde; hale ve duruma uygun şekilde söylediği sözünün) tevilini (yorumunu ve açıklamasını) gösterdi.
Üçüncü
Nokta: İki Nükte'dir.
Birincisi:
Teşbihler ve temsiller suretinde (benzetmeler ve kıyaslama tarzında örnekler kullanılarak) rivayet edilen (nakledilen) bir kısım hadîsler, mürur-u zamanla (aradan zaman geçtikçe) avamın nazarında (halk arasında) hakikat telakki edildiğinden (dıştan görünen anlamıyla doğru olarak kabul edildiğinden) vakıa mutabık çıkmıyor (söz konusu hadisler, gerçekleşen olaylarla uygun görünmemiştir). Ayn-ı hakikat(gerçeğin kendisi) olduğu halde vakıa mutabakatı görünmüyor (olayların aslında, hadislerde anlatılanlarla birebir aynı olduğu fark edilemiyor).
İkincisi:
Bir kısım hadîsler, İslâmların ekseriyeti noktasında (Müslümanların çoğunluk olduğu) veya hükûmet-i İslâmiyenin veya merkez-i hilâfetin nokta-i nazarında vürud ettiği (İslam ahlakının yaşandığı veya hilafetin merkezinin bulunduğu yere yönelik olduğu) halde, umum ehl-i dünyaya şamil (tüm insanlara yönelik olduğu) zannedilmiş ve bir cihette hususî bulunduğu halde (belirli bir kesime özel olduğu halde),küllî ve âmm telâkki edilmiş (bütün insanları içine alan ve genel bir husus olarak kabul edilmiştir).
Birincisi:
Teşbihler ve temsiller suretinde (benzetmeler ve kıyaslama tarzında örnekler kullanılarak) rivayet edilen (nakledilen) bir kısım hadîsler, mürur-u zamanla (aradan zaman geçtikçe) avamın nazarında (halk arasında) hakikat telakki edildiğinden (dıştan görünen anlamıyla doğru olarak kabul edildiğinden) vakıa mutabık çıkmıyor (söz konusu hadisler, gerçekleşen olaylarla uygun görünmemiştir). Ayn-ı hakikat(gerçeğin kendisi) olduğu halde vakıa mutabakatı görünmüyor (olayların aslında, hadislerde anlatılanlarla birebir aynı olduğu fark edilemiyor).
İkincisi:
Bir kısım hadîsler, İslâmların ekseriyeti noktasında (Müslümanların çoğunluk olduğu) veya hükûmet-i İslâmiyenin veya merkez-i hilâfetin nokta-i nazarında vürud ettiği (İslam ahlakının yaşandığı veya hilafetin merkezinin bulunduğu yere yönelik olduğu) halde, umum ehl-i dünyaya şamil (tüm insanlara yönelik olduğu) zannedilmiş ve bir cihette hususî bulunduğu halde (belirli bir kesime özel olduğu halde),küllî ve âmm telâkki edilmiş (bütün insanları içine alan ve genel bir husus olarak kabul edilmiştir).
Dördüncü
Nokta:
Ecel ve mevt (ölüm vakti ve ölüm) gibi, umur-u gaybiye çok hikmet ve maslahat cihetiyle gizli kaldığı misillü (bilinmeyen işlerin birçok hikmet ve maksada yönelik olarak gizli kalması gibi), dünyanın sekeratı ve mevti (dünyanın can çekime anı ve ölümü) ve nev-i beşerin ve cins-i hayvanın (insanların ve hayvanların) eceli ve vefatı (ölümü) olan kıyamet dahi çok maslahatlar için (birçok fayda ve hikmetle)gizlenilmiş...
... Hem eğer muayyen olsa (Eğer bu konular açık olarak bilinseydi), bir kısım hakaik-i imaniye (imanın bazı esasları ve gerçekleri)bedahet derecesine girer (çok açık ve aleni bir şekilde görünecek hale gelir), herkes ister istemez tasdik eder (bütün insanlar bu gerçeklere inanıp iman ederlerdi). İhtiyar (vicdan kullanılarak bir şeyi tercih edebilme gücü) ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif (dünya hayatındaki imtihanın sırrı) ve hikmet-i iman bozulur (iman etmenin ardındaki hikmet ve amaç da ortadan kalmış olurdu).
İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye (geleceğe ait bilinmeyen işler ve gelişmeler, bu gibi çok çeşitli amaç ve hikmetlerle) gizli kaldığından, herkes her dakikada hem ecelini, hem bekàsını (herkes aynı anda hem ölümünü hem de hayatını)düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için, hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye (geçici dünya hayatında, sonsuz hayatına), hem hiç ölmeyecek gibi imaret-i dünyaya (dünyasını güzelleştirmeye) çalışabilir.
... Ve ekser hâdisât-ı kevniye-i gaybiye (maddi alemde gelecekte meydana gelecek olayların pek çoğunun) böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaibden (gelecekten) haber vermek yasak edilmiş. (Allah'ın adetullahındaki) "Gaybı ancak Allah bilir" düsturuna(kuralına) karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif (dinin gerektirdiği sorumluluklar, dinin emir ve yasakları)ve hakaik-i imaniyeden (imanın esaslarından) başka olan umûr-u gaybiyeden izn-i Rabbanî ile (Allah'ın izni ev takdiriyle, geleceğe ait bilinmeyen ve gizli olaylardan) haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde (işaret türünden) perdeli ve kapalı ihbar etmişler (üstü kapalı bilgiler vermişlerdir). Hattâ Tevrat ve İncil ve Zebur'da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitabların bir kısım tâbileri (o kitaplara uyan bir kısım insanlar) tevil edip (bu gerçekleri kendilerine göre yanlış yorumlayarak) iman etmediler. Fakat itikadat-ı imaniyeye giren mes'eleleri (imanın inanç esaslarıyla ilgili konularda) tasrih ile ve tekrar ile ihbar etmek (açıklayarak ve tekrarlayarak haber vermek) ve açık bir surette tebliğ etmek (açıkça anlatmak) hikmet-i teklifin muktezası (insanın imtihanındaki sorumlulukları açısından gerekli) olduğundan, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ve Tercüman-ı Zîşan'ı (A.S.M.)(Allah'tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz (sav)) umûr-u uhreviyeden tafsilen (ahirete ve yönelik konuları ayrıntılı olarak) ve hâdisat-ı istikbaliye-i dünyeviyeden icmalen (dünyanın geleceğine yönelik konuları da özetle) haber vermişler.
Ecel ve mevt (ölüm vakti ve ölüm) gibi, umur-u gaybiye çok hikmet ve maslahat cihetiyle gizli kaldığı misillü (bilinmeyen işlerin birçok hikmet ve maksada yönelik olarak gizli kalması gibi), dünyanın sekeratı ve mevti (dünyanın can çekime anı ve ölümü) ve nev-i beşerin ve cins-i hayvanın (insanların ve hayvanların) eceli ve vefatı (ölümü) olan kıyamet dahi çok maslahatlar için (birçok fayda ve hikmetle)gizlenilmiş...
... Hem eğer muayyen olsa (Eğer bu konular açık olarak bilinseydi), bir kısım hakaik-i imaniye (imanın bazı esasları ve gerçekleri)bedahet derecesine girer (çok açık ve aleni bir şekilde görünecek hale gelir), herkes ister istemez tasdik eder (bütün insanlar bu gerçeklere inanıp iman ederlerdi). İhtiyar (vicdan kullanılarak bir şeyi tercih edebilme gücü) ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif (dünya hayatındaki imtihanın sırrı) ve hikmet-i iman bozulur (iman etmenin ardındaki hikmet ve amaç da ortadan kalmış olurdu).
İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye (geleceğe ait bilinmeyen işler ve gelişmeler, bu gibi çok çeşitli amaç ve hikmetlerle) gizli kaldığından, herkes her dakikada hem ecelini, hem bekàsını (herkes aynı anda hem ölümünü hem de hayatını)düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için, hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye (geçici dünya hayatında, sonsuz hayatına), hem hiç ölmeyecek gibi imaret-i dünyaya (dünyasını güzelleştirmeye) çalışabilir.
... Ve ekser hâdisât-ı kevniye-i gaybiye (maddi alemde gelecekte meydana gelecek olayların pek çoğunun) böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaibden (gelecekten) haber vermek yasak edilmiş. (Allah'ın adetullahındaki) "Gaybı ancak Allah bilir" düsturuna(kuralına) karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif (dinin gerektirdiği sorumluluklar, dinin emir ve yasakları)ve hakaik-i imaniyeden (imanın esaslarından) başka olan umûr-u gaybiyeden izn-i Rabbanî ile (Allah'ın izni ev takdiriyle, geleceğe ait bilinmeyen ve gizli olaylardan) haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde (işaret türünden) perdeli ve kapalı ihbar etmişler (üstü kapalı bilgiler vermişlerdir). Hattâ Tevrat ve İncil ve Zebur'da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitabların bir kısım tâbileri (o kitaplara uyan bir kısım insanlar) tevil edip (bu gerçekleri kendilerine göre yanlış yorumlayarak) iman etmediler. Fakat itikadat-ı imaniyeye giren mes'eleleri (imanın inanç esaslarıyla ilgili konularda) tasrih ile ve tekrar ile ihbar etmek (açıklayarak ve tekrarlayarak haber vermek) ve açık bir surette tebliğ etmek (açıkça anlatmak) hikmet-i teklifin muktezası (insanın imtihanındaki sorumlulukları açısından gerekli) olduğundan, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ve Tercüman-ı Zîşan'ı (A.S.M.)(Allah'tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz (sav)) umûr-u uhreviyeden tafsilen (ahirete ve yönelik konuları ayrıntılı olarak) ve hâdisat-ı istikbaliye-i dünyeviyeden icmalen (dünyanın geleceğine yönelik konuları da özetle) haber vermişler.
Beşinci
Nokta:
...
Deccalın asırlarına ait olan hârikaları, onların bahsiyle ve
münasebetiyle rivayet edildiğinden (onlarla
bağlantılı olarak nakledildiğinden) onların şahıslarından sudûr edeceği
telakki ve tevehhüm edilmesinden (bu özelliklerin, onların
şahıslarında görüleceği kabul edildiği ve öyle zannedildiği için), o
rivayet müteşabih olmuş (rivayetin anlamı örtülmüş), manası
gizlenmiş. Meselâ, tayyare(uçak) ve şimendiferle (trenle) gezmesi...
Hem meselâ, meşhur olmuş ki, İslâm deccali öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbul'da Dikilitaş'ta bütün dünyaya bağıracak(Müslim: Fiten, 34) ve herkes o sesi işitecek ki, "O öldü." Yani pek acip (şaşırtıcı) ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyoyla bağırılacak, haber verilecek.
Hem deccalin rejimine (yönetimine) ve teşkil ettiği komitesine (oluşturduğu gizli cemiyetine) ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı (korkunç uygulamaları), onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle (bağlantılı olarak nakledildiği için) mânâsı gizlenmiş. Meselâ, (hadiste) "O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (as) onu öldürebilir (etkisiz hale getirir), başka çare olamaz" (Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530) (diye)rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini (usülünü) ve yırtıcı rejimini (yönetimini) bozacak, öldürecek (etkisiz hale getirip manen yok edecek), ancak semâvî ve ulvî hâlis (Allah Katından gönderilmiş ve yüce, samimi, katıksız) bir din İsevîlerde zuhur edecek(Hıristiyanlarda ortaya çıkacak) ve hakikat-i Kur'âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki (Kuran gerçeğine tabi olan ve İslamiyet ile birlik olup birleşen bu Hıristiyanlık dini), Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzulüyle (ikinci kez yeryüzüne gelişiyle) o dinsiz meslek (yol, ekol) mahvolur, (manen) ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.
Hem bir kısım râvîlerin (hadis rivayet eden kimselerin) kàbil-i hatâ içtihadlarıyla olan tefsirleri ve hükümleri (hatalı şekilde hüküm çıkararak yaptıkları yorumları), hadîs kelimelerine karışıp hadîs zannedilir, mânâ (hadislerin gerçek anlamı) gizlenir. Vâkıa mutabakatı görünmez (dolayısıyla bu hadislerin gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz), müteşabih hükmüne geçer (bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır).
Hem eski zamanda, bu zaman (şimdiki) gibi cemaatin (topluluğun) ve cem'iyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden (toplumun manevi kişiliği açığa çıkmadığından) ve fikr-i infiradî galib olduğundan (birçok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme düşüncesi ağır bastığından), cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyük harekâtı (topluluğun belirleyici özelliği ve büyük hareketleri) o cemaatın (o topluluğun) başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle (için); o şahıslar, hârika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak (bütün özelliklere uygun düşmesi) için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe (alışılmışın dışında, çok garip) cisim ve müthiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş (gerektiğinden gözde öyle canlandırılıp öyle anlatılmış).Vakıa mutabakatı görünmüyor (gerçekleşen olaylara uygun olmayınca) ve o rivayet müteşabih olur.
...Hem "Büyük Hz. Mehdi"nin halleri (özellikleri) sâbık (önceki) Hz. Mehdilere işaret eden rivayetlere mutabık çıkmıyor (uygun olmadığından), hadîs-i müteşabih hükmüne geçer (yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu düşünülür)...
"Andolsun alametleri geldi" ayetinin derin manalarından biri de, bu zamanda halktan müminlerin imanını korumak ve şüphelerden arındırmak için yazılmış olmasıdır. Ahir zamanda meydana gelecek olaylara dair hadislerin bir kısmının, benzetmelerle anlatılan Kuran ayetlerinde olduğu gibi derin anlamları vardır. Bu hadisler, anlamı açık olan ayetler gibi yorumlanmaz ve bu yorumları herkes bilemez. Ancak kimileri bu hadisleri açıklamak yerine, bunlara başka bir şekilde yorumlarlar.
"Onun gerçek yorumunu ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir" sırrıyla, bu hadislerin gerçek manaları ve kastedilenin ne olduğu, ancak bu olaylar ortaya çıkıp gerçekleştikten sonra anlaşılır. İlimde derinleşmiş, dini bilgileri sağlam ve kuvvetli olanlar, "Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimiz'in Katından indirilmiştir." (Al-İ İmran Suresi, 7) deyip, o gizli gerçekleri açığa çıkarırlar.
Hem meselâ, meşhur olmuş ki, İslâm deccali öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbul'da Dikilitaş'ta bütün dünyaya bağıracak(Müslim: Fiten, 34) ve herkes o sesi işitecek ki, "O öldü." Yani pek acip (şaşırtıcı) ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyoyla bağırılacak, haber verilecek.
Hem deccalin rejimine (yönetimine) ve teşkil ettiği komitesine (oluşturduğu gizli cemiyetine) ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı (korkunç uygulamaları), onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle (bağlantılı olarak nakledildiği için) mânâsı gizlenmiş. Meselâ, (hadiste) "O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (as) onu öldürebilir (etkisiz hale getirir), başka çare olamaz" (Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530) (diye)rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini (usülünü) ve yırtıcı rejimini (yönetimini) bozacak, öldürecek (etkisiz hale getirip manen yok edecek), ancak semâvî ve ulvî hâlis (Allah Katından gönderilmiş ve yüce, samimi, katıksız) bir din İsevîlerde zuhur edecek(Hıristiyanlarda ortaya çıkacak) ve hakikat-i Kur'âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki (Kuran gerçeğine tabi olan ve İslamiyet ile birlik olup birleşen bu Hıristiyanlık dini), Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzulüyle (ikinci kez yeryüzüne gelişiyle) o dinsiz meslek (yol, ekol) mahvolur, (manen) ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.
Hem bir kısım râvîlerin (hadis rivayet eden kimselerin) kàbil-i hatâ içtihadlarıyla olan tefsirleri ve hükümleri (hatalı şekilde hüküm çıkararak yaptıkları yorumları), hadîs kelimelerine karışıp hadîs zannedilir, mânâ (hadislerin gerçek anlamı) gizlenir. Vâkıa mutabakatı görünmez (dolayısıyla bu hadislerin gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz), müteşabih hükmüne geçer (bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır).
Hem eski zamanda, bu zaman (şimdiki) gibi cemaatin (topluluğun) ve cem'iyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden (toplumun manevi kişiliği açığa çıkmadığından) ve fikr-i infiradî galib olduğundan (birçok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme düşüncesi ağır bastığından), cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyük harekâtı (topluluğun belirleyici özelliği ve büyük hareketleri) o cemaatın (o topluluğun) başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle (için); o şahıslar, hârika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak (bütün özelliklere uygun düşmesi) için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe (alışılmışın dışında, çok garip) cisim ve müthiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş (gerektiğinden gözde öyle canlandırılıp öyle anlatılmış).Vakıa mutabakatı görünmüyor (gerçekleşen olaylara uygun olmayınca) ve o rivayet müteşabih olur.
...Hem "Büyük Hz. Mehdi"nin halleri (özellikleri) sâbık (önceki) Hz. Mehdilere işaret eden rivayetlere mutabık çıkmıyor (uygun olmadığından), hadîs-i müteşabih hükmüne geçer (yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu düşünülür)...
"Andolsun alametleri geldi" ayetinin derin manalarından biri de, bu zamanda halktan müminlerin imanını korumak ve şüphelerden arındırmak için yazılmış olmasıdır. Ahir zamanda meydana gelecek olaylara dair hadislerin bir kısmının, benzetmelerle anlatılan Kuran ayetlerinde olduğu gibi derin anlamları vardır. Bu hadisler, anlamı açık olan ayetler gibi yorumlanmaz ve bu yorumları herkes bilemez. Ancak kimileri bu hadisleri açıklamak yerine, bunlara başka bir şekilde yorumlarlar.
"Onun gerçek yorumunu ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir" sırrıyla, bu hadislerin gerçek manaları ve kastedilenin ne olduğu, ancak bu olaylar ortaya çıkıp gerçekleştikten sonra anlaşılır. İlimde derinleşmiş, dini bilgileri sağlam ve kuvvetli olanlar, "Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimiz'in Katından indirilmiştir." (Al-İ İmran Suresi, 7) deyip, o gizli gerçekleri açığa çıkarırlar.
Birinci
Nokta:
İman ve sorumluluk, irade ve bir şeyi tercih edebilme gücü açısından bir imtihan, tecrübe, ve bir yarışma olduğundan, perdeli yani üstü örtülü, derin ve inceleyip araştırma ve tecrübe gerektiren konuları elbette çok belirgin ve açık olmaz. Ve bu konular, vicdan kullanmaksızın, herkesin ister istemez kabul edeceği gibi, 'mecburen inanılacak şekilde' olmaz. Çünkü ancak o zaman Ebu Bekirler yücelerin en yücesine çıkabilir ve Ebu Cehiller de aşağıların en aşağısına düşebilirler. Eğer insandaki, bir şeyi tercih edebilme gücü, yani irade ortadan kalkarsa, bu durumda kişinin sorumluluğu da kalmaz. Mucizelerin çok nadir olarak gerçekleşmesinin sırrı ve hikmeti de budur. Zaten dünya hayatındaki, kıyametin kopacağını haber veren şartlar ve kıyametin kopmasını haber veren belirtiler, Kuran'daki, hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken bazı ayetler gibi, kapalı ve yorum gerektirecek şekilde oluyor. Yalnız, Güneş'in Batı'dan doğması çok açık bir şekilde herkesin görüp inanacağı bir olay olacağından, tevbe kapısı kapanır ve bu olay gerçekleştikten sonra, Allah Katında kişinin tevbesi ve iman etmesi kabul edilmez). Çünkü o zaman Ebu Bekirler ve Ebu Cehiller, yani iyiler de kötüler de bu gerçekleri kabul eder ve her ikisi de aynı konumda olmuş olur.
Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın ikinci kez yeryüzüne inişi ve kendisinin İsa Aleyhisselâm olduğu dahi, ancak iman gözüyle; iman nuruyla fark edilebilir; herkes bilemez.
İman ve sorumluluk, irade ve bir şeyi tercih edebilme gücü açısından bir imtihan, tecrübe, ve bir yarışma olduğundan, perdeli yani üstü örtülü, derin ve inceleyip araştırma ve tecrübe gerektiren konuları elbette çok belirgin ve açık olmaz. Ve bu konular, vicdan kullanmaksızın, herkesin ister istemez kabul edeceği gibi, 'mecburen inanılacak şekilde' olmaz. Çünkü ancak o zaman Ebu Bekirler yücelerin en yücesine çıkabilir ve Ebu Cehiller de aşağıların en aşağısına düşebilirler. Eğer insandaki, bir şeyi tercih edebilme gücü, yani irade ortadan kalkarsa, bu durumda kişinin sorumluluğu da kalmaz. Mucizelerin çok nadir olarak gerçekleşmesinin sırrı ve hikmeti de budur. Zaten dünya hayatındaki, kıyametin kopacağını haber veren şartlar ve kıyametin kopmasını haber veren belirtiler, Kuran'daki, hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken bazı ayetler gibi, kapalı ve yorum gerektirecek şekilde oluyor. Yalnız, Güneş'in Batı'dan doğması çok açık bir şekilde herkesin görüp inanacağı bir olay olacağından, tevbe kapısı kapanır ve bu olay gerçekleştikten sonra, Allah Katında kişinin tevbesi ve iman etmesi kabul edilmez). Çünkü o zaman Ebu Bekirler ve Ebu Cehiller, yani iyiler de kötüler de bu gerçekleri kabul eder ve her ikisi de aynı konumda olmuş olur.
Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın ikinci kez yeryüzüne inişi ve kendisinin İsa Aleyhisselâm olduğu dahi, ancak iman gözüyle; iman nuruyla fark edilebilir; herkes bilemez.
İkinci
Nokta:
Geleceğe yönelik bilinmeyen işlerin ve gelişmelerin bir kısmı Peygambere detaylı olarak bildirilir. Bu konuda, şahsi olarak isteğe göre müdahale edilemez ve karışamaz. Kuran'ın ve Peygamberimiz (sav)'in naklettiği hadislerin yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olanları gibi. Ancak bu hadislerin bir başka kısmı ise, Peygamberimiz (sav)'e sadece özetle bildirilir; açıklamalar ve tasvirler Peygamberin anlayışına bırakılır. Örneğin imani konuların dışındaki; kainatta gerçekleşen ve gelecekte meydana gelecek olaylara dair hadisler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (sav), amaca ve şartlara en uygun olacak şekilde yaptığı; yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla, kıyaslama tarzında benzetmelerle bu konuları imtihanın sırrına uygun şekilde, ayrıntılı ola rak örneklerle açıklar.
Mesela: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Buyurdu ki: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem'in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu hayret verici haberden sonra birisi geldi dedi: "Ya ResulAllah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem'e gitti. (Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) Bu örnek, Peygamber'in kusursuz, yerinde, hal ve duruma en uygun şekilde söylediği sözünün yorumunu ve açıklamasını gösterdi.
Geleceğe yönelik bilinmeyen işlerin ve gelişmelerin bir kısmı Peygambere detaylı olarak bildirilir. Bu konuda, şahsi olarak isteğe göre müdahale edilemez ve karışamaz. Kuran'ın ve Peygamberimiz (sav)'in naklettiği hadislerin yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olanları gibi. Ancak bu hadislerin bir başka kısmı ise, Peygamberimiz (sav)'e sadece özetle bildirilir; açıklamalar ve tasvirler Peygamberin anlayışına bırakılır. Örneğin imani konuların dışındaki; kainatta gerçekleşen ve gelecekte meydana gelecek olaylara dair hadisler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (sav), amaca ve şartlara en uygun olacak şekilde yaptığı; yerinde, isabetli ve hikmetli anlatımlarıyla, kıyaslama tarzında benzetmelerle bu konuları imtihanın sırrına uygun şekilde, ayrıntılı ola rak örneklerle açıklar.
Mesela: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Buyurdu ki: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem'in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu hayret verici haberden sonra birisi geldi dedi: "Ya ResulAllah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem'e gitti. (Müslim: Cennet, 31, hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346) Bu örnek, Peygamber'in kusursuz, yerinde, hal ve duruma en uygun şekilde söylediği sözünün yorumunu ve açıklamasını gösterdi.
Üçüncü
Nokta: İki derin anlamlı söz'dür.
Birincisi:
Benzetmeler ve kıyaslamalar tarzında örneklerin kullanıldığı bir kısım hadisler, aradan zaman geçtikçe, halk arasında dıştan görünen anlamıyla kabul edilmiş; bu sebeple de meydana gelen gelişmelerin hadislere uygun görünmemiştir. Hadiste anlatılan olaylar aslında tam olarak gerçekleştiği halde, bunların birebir anlatıldığı şekilde gerçekleştiği anlaşılamıyor.
İkincisi:
Bazı hadisler, Müslümanların çoğunluk olduğu, İslam ahlakının yaşandığı veya hilafetin merkezinin bulunduğu yere yönelik olduğu halde, bu hadislerin tüm insanları kapsadığı ve bütün dünyaya yönelik olarak anlatıldığı zannedilmiş; ve belirli bir kesime özel olduğu halde, bütün insanları içine alan ve genel bir husus olarak kabul edilmiştir.
Birincisi:
Benzetmeler ve kıyaslamalar tarzında örneklerin kullanıldığı bir kısım hadisler, aradan zaman geçtikçe, halk arasında dıştan görünen anlamıyla kabul edilmiş; bu sebeple de meydana gelen gelişmelerin hadislere uygun görünmemiştir. Hadiste anlatılan olaylar aslında tam olarak gerçekleştiği halde, bunların birebir anlatıldığı şekilde gerçekleştiği anlaşılamıyor.
İkincisi:
Bazı hadisler, Müslümanların çoğunluk olduğu, İslam ahlakının yaşandığı veya hilafetin merkezinin bulunduğu yere yönelik olduğu halde, bu hadislerin tüm insanları kapsadığı ve bütün dünyaya yönelik olarak anlatıldığı zannedilmiş; ve belirli bir kesime özel olduğu halde, bütün insanları içine alan ve genel bir husus olarak kabul edilmiştir.
Dördüncü
Nokta:
Ölüm vakti ve ölüm gibi bilinmeyen işlerin birçok hikmet ve maksata binaen gizli kalması gibi, dünyanın can çekişme anı ve ölümü, ve insanların ve hayvanların ölümü olan kıyamet de birçok fayda ve hikmetle gizlenilmiştir...
...Eğer bu konular açık olarak bilinseydi, imanın bazı esasları ve gerçekleri çok açık ve aleni bir şekilde görünecek hale gelir; ve bütün insanlar vicdan kullanmaksızın, ister istemez bu gerçekleri kabul etmek durumunda kalır ve iman ederlerdi. O zaman, vicdan kullanılarak bir şeyi tercih edebilme gücü ve iradeye dayalı olan imtihanın sırrı ve iman etmenin ardındaki hikmet ve amaç da ortadan kalkmış olurdu.
İşte geleceğe dair bilinmeyen işler ve gelişmeler, bu gibi çok çeşitli amaç ve hikmetlerle gizli kaldığından, herkes aynı anda hem ecelini hem de hayatını düşündüğü için hem dünyaya, hem ahiretine çalışabilir. Aynı şekilde, her asırda da, hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için; hem geçici dünya hayatında sonsuz ahiret hayatını, hem de hiç ölmeyecek gibi dünyasını güzelleştirmeye çalışabilir.
Ve maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olayların çoğunun böyle hikmetleri olduğundan, gelecekten haber vermek yasak edilmiştir. Allah'ın adetullahındaki, "Gaybı ancak Allah bilir" kuralına karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, Allah'ın izni ve takdiriyle, dinin gerektirdiği sorumluluklar ve imanın esasları dışındaki konularda, geleceğe yönelik bilinmeyen ve gizli olaylardan haber veren kimseler dahi, sadece işaret türünden üstü kapalı bilgiler vermişlerdir. Hatta Tevrat, İncil ve Zebur'da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler bile bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitaplara uyan bir kısım insanlar, bu gerçekleri kendilerine göre yanlış yorumlayarak, iman etmediler. Fakat imanın inanç esaslarıyla ilgili konularda açıklayarak ve tekrarlayarak haber vermek ve açıkça anlatmak imtihanın sırrı gereği olduğundan, Kuran ve Allah'tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz (sav), ahirete dair konuları ayrıntılı olarak, gelecekte dünya üzerinde meydana gelecek olayları da kısaca haber vermişlerdir.
Ölüm vakti ve ölüm gibi bilinmeyen işlerin birçok hikmet ve maksata binaen gizli kalması gibi, dünyanın can çekişme anı ve ölümü, ve insanların ve hayvanların ölümü olan kıyamet de birçok fayda ve hikmetle gizlenilmiştir...
...Eğer bu konular açık olarak bilinseydi, imanın bazı esasları ve gerçekleri çok açık ve aleni bir şekilde görünecek hale gelir; ve bütün insanlar vicdan kullanmaksızın, ister istemez bu gerçekleri kabul etmek durumunda kalır ve iman ederlerdi. O zaman, vicdan kullanılarak bir şeyi tercih edebilme gücü ve iradeye dayalı olan imtihanın sırrı ve iman etmenin ardındaki hikmet ve amaç da ortadan kalkmış olurdu.
İşte geleceğe dair bilinmeyen işler ve gelişmeler, bu gibi çok çeşitli amaç ve hikmetlerle gizli kaldığından, herkes aynı anda hem ecelini hem de hayatını düşündüğü için hem dünyaya, hem ahiretine çalışabilir. Aynı şekilde, her asırda da, hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için; hem geçici dünya hayatında sonsuz ahiret hayatını, hem de hiç ölmeyecek gibi dünyasını güzelleştirmeye çalışabilir.
Ve maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olayların çoğunun böyle hikmetleri olduğundan, gelecekten haber vermek yasak edilmiştir. Allah'ın adetullahındaki, "Gaybı ancak Allah bilir" kuralına karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, Allah'ın izni ve takdiriyle, dinin gerektirdiği sorumluluklar ve imanın esasları dışındaki konularda, geleceğe yönelik bilinmeyen ve gizli olaylardan haber veren kimseler dahi, sadece işaret türünden üstü kapalı bilgiler vermişlerdir. Hatta Tevrat, İncil ve Zebur'da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler bile bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitaplara uyan bir kısım insanlar, bu gerçekleri kendilerine göre yanlış yorumlayarak, iman etmediler. Fakat imanın inanç esaslarıyla ilgili konularda açıklayarak ve tekrarlayarak haber vermek ve açıkça anlatmak imtihanın sırrı gereği olduğundan, Kuran ve Allah'tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz (sav), ahirete dair konuları ayrıntılı olarak, gelecekte dünya üzerinde meydana gelecek olayları da kısaca haber vermişlerdir.
Beşinci
Nokta:
... Deccalin asırlarına ait olan harikaları, onlarla bağlantılı olarak nakledildiğinden, bu özelliklerin onların şahıslarında görüleceği kabul edildiği ve öyle zannedildiği için o rivayetin anlamı örtülmüş, manası gizlenmiş. Mesela, uçak ve trenle gezmesi…
Hem mesela ünlü olmuş ki; İslam deccali öldüğü zaman ona hizmet eden şeytan, İstanbul'da Dikilitaş'ta bütün dünyaya bağıracak (Müslim: Fiten, 34) ve herkes o sesi işitecek: "O öldü." Yani pek şaşırtıcı ve şeytanları bile hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.
Hem deccalin yönetimine ve oluşturduğu (gizli derin dünya devleti) ve hükümetine ait garip halleri ve korkunç uygulamaları, onun şahsıyla bağlantılı olarak rivayet edildiği için anlamı gizlenmiş. Mesela hadiste, "O kadar kuvvetlidir ve devam eder, yalnız Hz. İsa (as) onu öldürebilir, başka çare olamaz" (Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530) diye rivayet edilmiş. Yani onun usulünü ve yırtıcı yönetimini bozacak, öldürecek; ancak Allah Katından gönderilmiş ve yüce, samimi, katışıksız bir din Hıristiyanlarda ortaya çıkacak ve Kuran gerçeğine tabi olup İslamiyet ile birleşen Hıristiyanlık dinidir ki, Hz. İsa (as)'ın inişi ile o dinsiz ekol mahvolur, manen ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.
Hadis rivayet eden kişilerin bir kısmının hatalı şekilde hüküm çıkararak yaptıkları yorumlar, hadislerin kelimelerine karışıp hadis zannedilir, bu sebeple de hadislerin gerçek anlamı gizlenir. Dolayısıyla bu hadislerin gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz, bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır.
Eski zamanda, şimdiki gibi topluluğun ve toplumun manevi kişiliği ortaya çıkmadığından ve birçok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme fikri hakim olduğundan, topluluğun belirleyici özelliği ve büyük hareketleri, o topluluğun başında bulunan kişilere verildiği için; o kişiler, harika tarzında ve bütün özelliklere uygun düşmesi için, yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük, alışılmışın dışında, şaşılacak bir cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika bir kuvvet ve kudret gerektiğinden gözde öyle canlandırılıp öyle anlatılmış. Bu yüzden de bu hadislerin, gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz, bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır.
... Hem "Büyük Hz. Mehdi"nin halleri önceki Hz. Mehdilere işaret eden rivayetlere uygun çıkmıyor, yorumlanabilir, anlamı kapalı hadis hükmüne geçer.
... Deccalin asırlarına ait olan harikaları, onlarla bağlantılı olarak nakledildiğinden, bu özelliklerin onların şahıslarında görüleceği kabul edildiği ve öyle zannedildiği için o rivayetin anlamı örtülmüş, manası gizlenmiş. Mesela, uçak ve trenle gezmesi…
Hem mesela ünlü olmuş ki; İslam deccali öldüğü zaman ona hizmet eden şeytan, İstanbul'da Dikilitaş'ta bütün dünyaya bağıracak (Müslim: Fiten, 34) ve herkes o sesi işitecek: "O öldü." Yani pek şaşırtıcı ve şeytanları bile hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.
Hem deccalin yönetimine ve oluşturduğu (gizli derin dünya devleti) ve hükümetine ait garip halleri ve korkunç uygulamaları, onun şahsıyla bağlantılı olarak rivayet edildiği için anlamı gizlenmiş. Mesela hadiste, "O kadar kuvvetlidir ve devam eder, yalnız Hz. İsa (as) onu öldürebilir, başka çare olamaz" (Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530) diye rivayet edilmiş. Yani onun usulünü ve yırtıcı yönetimini bozacak, öldürecek; ancak Allah Katından gönderilmiş ve yüce, samimi, katışıksız bir din Hıristiyanlarda ortaya çıkacak ve Kuran gerçeğine tabi olup İslamiyet ile birleşen Hıristiyanlık dinidir ki, Hz. İsa (as)'ın inişi ile o dinsiz ekol mahvolur, manen ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.
Hadis rivayet eden kişilerin bir kısmının hatalı şekilde hüküm çıkararak yaptıkları yorumlar, hadislerin kelimelerine karışıp hadis zannedilir, bu sebeple de hadislerin gerçek anlamı gizlenir. Dolayısıyla bu hadislerin gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz, bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır.
Eski zamanda, şimdiki gibi topluluğun ve toplumun manevi kişiliği ortaya çıkmadığından ve birçok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme fikri hakim olduğundan, topluluğun belirleyici özelliği ve büyük hareketleri, o topluluğun başında bulunan kişilere verildiği için; o kişiler, harika tarzında ve bütün özelliklere uygun düşmesi için, yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük, alışılmışın dışında, şaşılacak bir cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika bir kuvvet ve kudret gerektiğinden gözde öyle canlandırılıp öyle anlatılmış. Bu yüzden de bu hadislerin, gerçekleşen olaylara uygun düştüğü anlaşılamaz, bunların yorumlanmaya ihtiyacı olan hadisler olduğu sanılır.
... Hem "Büyük Hz. Mehdi"nin halleri önceki Hz. Mehdilere işaret eden rivayetlere uygun çıkmıyor, yorumlanabilir, anlamı kapalı hadis hükmüne geçer.
ARAPÇA BİLEN
MÜKEMMEL MÜSLÜMANDIR, BİLMEYEN KUSURLUDUR MANTIĞI YANLIŞTIR
Salih
bir Müslüman olmanın en önemli şartlarından biri samimiyettir. Takva sahibi bir
mümin olmak için önemli olan Arapça bilmek veya bilmemek değil, Allah'ı çok
sevmek, Allah'tan çok korkmak, Allah'ın rızasının en çoğunu aramak ve
amaçlamaktır. Her Arapça bilenin iyi Müslüman olacağı veya Arapça bilmeyenin de
Müslüman olamayacağı gibi birşey söz konusu olamaz. Dünya genelinde yaklaşık
280 milyon insan Arapça konuşmaktadır. Bu insanlar, Arapça'nın dilbilgisini,
kelime yapısını, düzgün okumasını çok iyi bilmektedir. Ama bu insanların büyük
bir kısmı ateist olmakta, materyalizmi savunmakta ya da komünizm, faşizm gibi
din ahlakına uygun olmayan ideolojileri benimsemektedir. Irak'ta, Mısır'da,
Libya'da, Suriye'de, Cezayir'de, Fas'ta, Tunus'ta geçmişte Müslümanlara baskı
uygulayan, çok sayıda Müslümanın hapishanelerde ağır koşullarda tutulmasına
sebep olanlar da çok iyi Arapça bilmektedir. Salih bir Müslüman olmanın en
önemli şartlarından biri samimiyettir. Takva sahibi bir mümin olmak için önemli
olan Arapça bilmek veya bilmemek değil, Allah'ı çok sevmek, Allah'tan çok
korkmak, Allah'ın rızasının en çoğunu aramak ve amaçlamaktır. Her Arapça
bilenin iyi Müslüman olacağı veya Arapça bilmeyenin de Müslüman olamayacağı
gibi birşey söz konusu olamaz. Dünya genelinde yaklaşık 280 milyon insan Arapça
konuşmaktadır. Bu insanlar, Arapça'nın dilbilgisini, kelime yapısını, düzgün
okumasını çok iyi bilmektedir. Ama bu insanların büyük bir kısmı ateist
olmakta, materyalizmi savunmakta ya da komünizm, faşizm gibi din ahlakına uygun
olmayan ideolojileri benimsemektedir. Irak'ta, Mısır'da, Libya'da, Suriye'de,
Cezayir'de, Fas'ta, Tunus'ta geçmişte Müslümanlara baskı uygulayan, çok sayıda
Müslümanın hapishanelerde ağır koşullarda tutulmasına sebep olanlar da çok iyi
Arapça bilmektedir.
Pek
çok Arapça eğitim veren üniversitenin felsefe kürsülerinde, kendi düşük
akıllarınca İslam'ı eleştiren, Kuran'ı eleştiren (Kuran'ı tenzih ederiz),
Peygamber Efendimiz (sav)'i eleştiren (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz)
dersler yapılmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde birçok üniversitede Arap Dili
ve Edebiyatı bölümü bulunmakta, bu bölümlerden binlerce insan mezun olmaktadır.
Ama bu insanların büyük bir kısmı materyalist, komünist ve hatta dinsiz
olmaktadır. Çok iyi Arapça bilen ama Peygamberimiz (sav)'e kendi cahil
mantığınca hakaret etmeye yeltenen kişilerin sayısı oldukça fazladır. Çok iyi,
çok düzgün Arapça okuyan insanlar da bulunmaktadır. Fatiha'yı çok iyi okuyan
masonlar, komünistler, faşistler de vardır. Dolayısıyla, Arapça bilen iyi
Müslümandır diye bir mantık yanlıştır. 70 milyon nüfusu olan Türkiye'de Arapça
bilenlerin sayısı çok fazla değildir, ama İslam mükemmel yaşanmaktadır.
Müslümanların
Kuran'ı öğrenmek için de, fıkıh ilmini öğrenmek için de başvuracakları kaynak
büyük İslam alimlerinin hazırlamış olduğu tefsirler ve ilmihallerdir. Bu
eserlerde bir Müslümanın ihtiyaç duyacağı her türlü bilgi mükemmel olarak
açıklanmıştır. İtibar edilecek olan "Ben daha iyi açıklarım" diyen
bir kimsenin sözleri değil, Ehli Sünnet alimlerin eserleridir. Müslümanlar bu
eserleri okuyarak bilgi edinirler. Örneğin, Kuran öğrenmek isteyen bir
Müslüman, Elmalılı Hamdi Yazır'ın Kuran-ı Kerim Tefsiri'ni okuyarak tam
anlamıyla bilgi sahibi olur. Fıkıh ilmi öğrenmek isteyen bir Müslüman da Ömer
Nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihali'ni okur. Daha kapsamlı bilgi edinmek
istiyorsa "Dürrul-Muhtâr"' ve haşiyesi "Redd-ül-Muhtâr"
eserlerini okur. Müslümanlar bilgilerini arttırmak için cahil hocaların
anlatımlarına başvurmaz, İmam Rabbani'nin Mektubatı'nı, İmam Gazali'nin
İhyası'nı, Mansur Ali Nasıf'ın Tac Tercümesi'ni, Nimet-i İslam'ı okurlar,
ihtiyaçları olan tüm bilgiyi alırlar. İslam'ı doğru öğrenmenin yolu da budur.
'KURAN'I VE
HADİSLERİ ANLAMAK İÇİN MUTLAKA ARAPÇA VE TECVİD İLMİNİN BİLİNMESİ GEREKTİĞİ'
İDDİASINA CEVAP: 'HZ. MEHDİ (AS), İNTERNET İLMİNİ KULLANACAKTIR'
1)
Günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde, Kuran'ı ve hadisleri kendi ana dillerinde
kusursuz bir Arapçayla okuyan yüz milyonlarca Arap vardır. Ancak bu, Kuran'ı
bilmek ve yaşamak için yeterli değildir.
2)
Kuran'ı bilmek ve yaşamak samimiyetle olur. Önemli olan Kuran ve hadisleri
Arapça olarak ezbere bilmek değil, anlayıp samimiyetle yaşamaktır. Allah
Kuran'da, "sadece samimi kullarının kurtuluşa ereceğini ve cennete
gideceğini" bildirmiştir. (Saffat Suresi, 40) (Saffat Suresi, 74).
3)
Bu ülkelerde yüz binlerce komünist, dinsiz, mason ya da Darwinist insan vardır.
Çok mükemmel Arapça bilen bu insanlar isteseler, Kuran'ı tecvid ile mükemmel
şekilde okuyabilirler. Bu, onların dindar ve takva olduklarının alameti
değildir.
4)
Irak'ta, Mısır'da, Libya'da, Suriye'de, Cezayir'de, Fas'ta, Tunus'ta geçmişte
Müslümanlara baskı uygulayan, çok sayıda Müslümanın hapishanelerde ağır
koşullarda tutulmasına sebep olanlar da çok iyi Arapça bilmektedir. Kuran'ın
Fatiha Suresi'ni çok iyi okuyan masonlar, komünistler, faşistler de vardır.
Dolayısıyla, 'Arapça bilen iyi Müslümandır'; 'Arapça bilmeyen de iyi Müslüman
değildir' şeklinde bir mantık yanlıştır.
5)
Dünyadaki Darwinistler, materyalistler, ateistler, komünistler, bir kişinin
Arapça ya da tecvid ilmini bilmesinden değil, samimi dindar olmasından
etkilenmektedirler. Bilim ve felsefe ile Darwinizm'i yerle bir etmesinden
dehşete kapılmaktadırlar.
6)
Nitekim Hz. Mehdi (as)'ın da en önemli ve en etkili özelliği, 'derin imanı'
olacaktır. Yoksa HZ. MEHDİ (as) da, Peygamberimiz (sav) gibi ÜMMİ OLACAKTIR.
7)
Hz. Mehdi (as)'ın bir çok konuda detaylı araştırma yapmak; yabancı dilleri
öğrenmek ya da dil köklerini incelemek için vakti olmayacak; ancak bu durum
onun hizmetinin mükemmelliğini etkilemeyecektir. Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın,
"VAKİT VE HAL AÇISINDAN MÜSAİT OLMAYACAĞINI, BU SEBEPLE HAZIR ESERLERDEN
FAYDALANACAĞINI" belirtmiştir:
Ehl-i
imanı dalaletten muhafaza etmek (iman edenlerin doğru yoldan sapmalarını
engellemek) ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat
ile (araştırma ve doğruyu ortaya çıkarma ile olan) meşguliyeti iktiza
ettiğinden (çok zaman gerektirdiğinden), HAZRET-İ MEHDİ'NİN, O VAZİFESİNİ
BİZZAT KENDİSİ GÖRMEYE VAKİT VE HAL MÜSAADE EDEMEZ. Çünkü hilafet-i Muhammediye
(a.s.m.) cihetindeki saltanatı (yani Peygamberimiz (sav)'in Müslümanlara
emaneti olan hak din İslam'ı yaymak için gösterdiği muhteşem gayreti), onunla
iştigale (meşgul olmaya) vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir
taife bir cihette görecek. O ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKATIYLA (o topluluğun
uzun araştırmaları ve incelemeleriyle) YAZDIKLARI ESERİ KENDİNE HAZIR BİR
PROGRAM YAPACAK, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. (Emirdağ
Lahikası, s. 266)
8)
Şeyh Ekber Muhyiddin Arabi Hazretleri de, Hz. Mehdi (as)'ın, birçok işte
kendisine yardımcı olacak olan 'vezirlerinden' yani 'talebelerinden'
bahsetmiştir:
Bil
ki, Hz. Mehdi (as) çıktığı zaman bütün Müslüman havassı ve avamı
sevineceklerdir. HZ. MEHDİ (AS)'IN İLAHİ OLAN YANİ MANEN DESTEKLENEN ADAMLARI
(talebeleri) OLACAKTIR. Onun (Hz. Mehdi (as)'ın) davetini ayakta tutacaklar ve
ONA (HZ. MEHDİ (AS)'A) YARDIM EDİP KENDİSİNİ ZAFERE KAVUŞTURACAKLARDIR. Ülkeye
ait bütün ağır yükleri bunlar yüklenecekler. ALLAH'IN HZ. MEHDİ (AS)'A VERDİĞİ
GÖREVDEN ÖTÜRÜ ONA (Hz. Mehdi (as)'a) DESTEK OLACAKLARDIR...
Onun (Hz. Mehdi (as)'nin)... güvendiği kimseleri yani VEZİRLERİYSE EMİN OLANLARIN EN GÜVENCELİ OLANLARIDIR.
... ALLAH, BİR GRUP KİMSEYİ ONA (HZ. MEHDİ (AS)'A) VEZİR TAYİN ETMİŞTİR...
... Özellikle BU VEZİRLER HER KONUDA GERÇEK MANADA ARİF (bilgi sahibi) KİŞİLER OLACAKLARDIR.
Onun (Hz. Mehdi (as)'nin)... güvendiği kimseleri yani VEZİRLERİYSE EMİN OLANLARIN EN GÜVENCELİ OLANLARIDIR.
... ALLAH, BİR GRUP KİMSEYİ ONA (HZ. MEHDİ (AS)'A) VEZİR TAYİN ETMİŞTİR...
... Özellikle BU VEZİRLER HER KONUDA GERÇEK MANADA ARİF (bilgi sahibi) KİŞİLER OLACAKLARDIR.
...
YİNE BU VEZİRLERİN BELİRGİN BİR ÖZELLİĞİ DE KENDİLERİNİN HİÇBİR ZAMAN SAVAŞ
MEYDANLARINDA (İNKAR EDENLERE VE DİNSİZ AKIMLARA KARŞI YÜRÜTÜLEN İLMİ
MÜCADELEDE) HEZİMETE UĞRAMAMALARIDIR... ("Futuhat-El Mekkiye", 366.
bab, c.3, s. 327- 328)
9)
Ayrıca Hz. Mehdi (as)'ın en önemli özelliklerinden biri, Allah'tan gelen hikmet
ve ilimlerle kuşatılmış olmasıdır. Hadislerde bu durum şöyle belirtilmiştir:
"Hz. Mehdi (as), bizden, Ehl-i Beyt'tendir. ALLAH
ONU (HZ. MEHDİ (AS)'I) BİR GECEDE ISLAH EDER. (yani tevbesini kabul eder veya
feyizler ve hikmetlerle donatır.) (Sünen-i İbni Mace Kitabü-l 'fiten Tercemesi
ve Şerhi- Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim: Haydar Hatipoğlu, Bab: 34, s.
348)
"Ey Ehl-i Beyt! Mehdi (as) bizdendir. Aziz ve
celil olan ALLAH ONU (HZ. MEHDİ (AS)'I) BİR GECEDE ISLAH VE İRŞAD EDECEK (doğru
yolu gösterecek)." (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, İmam
Şarani, s. 437)
10)
Hz. Mehdi (as), Allah'ın lütfuyla muazzam bir ilme sahip olacaktır. Hadislerde
Hz. Mehdi (as)'ın, diğer insanlarda olmayan "VEHBİ İLİMLERE VE
LEDÜN İLMİNE SAHİP OLACAĞI" haber verilmiştir. Muhyiddin Arabi
Hazretleri, Hz. Mehdi (as)'ın bu özelliğini şöyle anlatmaktadır:
1.
BASİRET SAHİBİ OLMASI 2. Kutsal kitabı anlaması 3.
Ayetlerin manasını bilmesi 4. TAYİN EDECEĞİ KİMSELERİN HAL VE
HAREKETLERİNİ BİLMESİ 5. Öfkelendiğinde bile merhamet ve adaletten
ayrılmaması 6. Varlıkların sınıflarını bilmesi 7. İŞLERİN GİRİFT
TARAFLARINI BİLMESİ. Çünkü bunlardan haberi olan bir lider vereceği
hükümlerde yanılmaz. Hz. Mehdi (as) kıyas ilmini onunla hükmetmek için değil,
ondan kaçınmak için bilir. Çünkü verdiği hüküm doğru bir ilham neticesi olacak.
Yani Hz. Muhammed (sav)'in getirdiği Kuran üzere hükmedecek. Bu sebepledir ki
Peygamberimiz (sav) onu vasfederken "Benim izimi takip edecek, hataya
düşmeyecek" demiştir. Bundan anlıyoruz ki, Hz. Mehdi (as), yeni bir din
getiren değil, hak din olan Kuran'a uyandır. 8. İnsanların ihtiyacını iyi
anlaması. Çünkü onların her türlü işlerini görmek için Allah onu diğer insanlar
üzerine seçmiştir. Liderlerin davranış ve faaliyetleri kendilerinden ziyade
halkın menfaatine olmalıdır... Halkın yararına aykırı şeylerle uğraşıp, onların
işlerini görmeyen bir lider azledilmelidir. Çünkü onunla diğer insanlar
arasında fark kalmamıştır. 9. BİLHASSA KENDİ ZAMANINDA İHTİYAÇ
HİSSEDİLEN GAİBİ İLİMLERE VUKUFU BULUNMASI. Çünkü ancak o sayede yeni yeni
zuhur edilecek meseleleri halledebilir. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci,
Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 189)
11)
Hz. Mehdi (as)'ın asıl özelliği müthiş akıllı, derin imanı ve vicdanlı
olmasıdır. Zaten bir müçtehid ve müceddid için asıl önemli ve ihtiyaç olan da,
derin imanı ve güçlü vicdanıdır.
12)
Ayrıca Allah ahir zamanda, bilgisayar ve internet teknolojisini Hz. Mehdi
(as)'ın hizmetine verecektir. HZ. MEHDİ (as), EZBER VE KENDİ HAFIZASI
YERİNE, İNTERNETİN VE BİLGİSAYARIN HAFIZASINI KULLANACAK, O YÜZDEN DE MUAZZAM
BİR BİLGİYE ULAŞACAKTIR. Nitekim dünyada hiç kimse internetteki gibi yüksek
bir bilgiye sahip değildir. Hiç kimsenin hafızasında bu kadar bilgiyi tutması;
ancak binlerce insanın sahip olabileceği internetteki bilginin hepsini kendinde
toplaması mümkün değildir. Dolayısıyla Hz. Mehdi (as), internet yoluyla her
türlü bilgiye ulaşacak ve o devrin tüm bilgi arşivlerini kullanacaktır.
İstediği anda, dünyanın tüm bilgileri özet bilgiler halinde ona gelecektir.
Normalde bir alim sadece kendi bilgisini kullanırken, Hz. Mehdi (as), internet yoluyla
çok geniş bir danışma kurulu ve bilgi arşivi kullanacaktır. Dönemin tüm
alimlerinin bilgilerinden ve dalında uzman olan herkesten istifade ederek en
doğru ve mükemmel bilgilere ulaşacaktır.
13) İNTERNETTEKİ
BİLGİ ZENGİNLİĞİ VESİLESİYLE, HZ. MEHDİ (as)'IN KURAN, HADİS VE BİLGİ EZBERİ
OLMASINA İHTİYAÇ DA OLMAYACAKTIR. Eski dönemlerde, o zamanın şartları
Arapça bilmeyi gerekli kıldığından, Kuran'ı Arapça olarak ezbere bilmek
önemliydi. Ancak GÜNÜMÜZDE KURAN'IN HER DİLDE MEALLERİ İNTERNETTE
MEVCUTTUR. Dolayısıyla internet bu gerekliliği ortadan kaldırmaktadır.
Çünkü internette her türlü bilgiye kolayca ulaşılmaktadır. Tecvid ve Kuran'ın
tercümesi için gereken ilimlerde uzman olabilmek için, kelimelerin bütün Arapça
köklerinin tam anlamıyla bilinmesi, bunların diğer dillerde nasıl
kullanıldığının anlaşılabilmesi gerekir. Bunun için Farsça, İbranice gibi
çeşitli dillerin de bilinmesi gerekmektedir. Oysa hiç kimsenin, bütün
sözlüklerin içeriklerini ezberden bilemeyeceği açıktır. Bunun için bilgisayara
ve internete ihtiyaç vardır. Arapça her kelimenin çeşitli anlamları, Kuran'ın
hem Arapça hem de her dilde açıklamalı mealleri, Kütüb-i Sitte hadislerinin
Arapçaları ve her kelimesinin anlamları açıklamalı olarak internette
bulunmaktadır. İnternete giren herkes bu bigilere hemen ulaşabilmektedir. İşte
HZ. MEHDİ (as) da internetteki bu bilgileri kullanarak Arapça, Farsça, İbranice
gibi pek çok yabancı dildeki araştırmalarında, hep bu konuların dil
uzmanlarından ve geniş bir alim kadrosundan istifade edecek; BÖYLECE ARAPÇA'NIN
EN ESKİ DİL KÖKÜNE KADAR BİLECEKTİR. Ayrıca internette genetik, moleküler
biyoloji, paleontoloji, biyokimya gibi tüm bilim dallarında ve her konuda tüm
bilgiler de mevcuttur. Hiç kimsenin tamamını ezberden bilmesine imkan olmayan
bu bilgiler, Allah'ın bir lütfu olarak internette zaten hazır olarak insanların
hizmetine sunulmuştur. Hz. Mehdi (as) da internet vesilesiyle bu bilgilerin
tümüne sahip olacaktır.
14) TÜM
BUNLARIN SONUCUNDA DA HZ. MEHDİ (AS) EŞSİZ BİR DÜNYA BİLGİSİNE SAHİP OLACAK VE
VE TÜM BU BİLGİ BİRİKİMİ SONUNDA DA VİCDANİ KANAATİYLE DOĞRULARI TESPİT
EDECEKTİR. ALLAH'IN İLHAMIYLA HAREKET EDECEĞİ İÇİN HATA YAPMAYACAK VE EN
MÜKEMMEL YORUM VE İÇTİHATLARI YAPACAKTIR. Bunun sonucunda da, en mükemmel
alimin bile, Hz. Mehdi (as)'ın sahip olacağı bu bilgi karşısında bilgisi eksik
kalacaktır. BU SEBEPLE HZ. MEHDİ (AS), GELMİŞ GEÇMİŞ EN YÜKSEK MÜCEDDİD
VE MÜÇTEHİD OLMA ÖZELLİĞİNİ TAŞIYACAKTIR.
15)
Hz. Mehdi (as), devrin tüm bilgi arşivini kullanmasının yanı sıra, danışmayı ve
istişareyi de çok iyi yapacaktır. Böylece en doğru bilgiyi, vicdanıyla en
isabetli şekilde değerlendirecektir. VE VERECEĞİ KARARLARINDA DA MASUM
OLACAKTIR. Şeyh Muhyiddin Arabi Hazretleri, Peygamberimiz (sav)'in bu
konuyu açıklayan bir hadisini şöyle aktarmıştır:
Bu sebepledir ki Peygamber (sav), onu (Hz. Mehdi
(as)'ı) vasf ederken "Benim izimi takip edecek; hataya düşmeyecek"
demiştir. Bundan anlıyoruz ki, O (Hz. Mehdi (as)), Şerîat sahibi değil de
Şeriate uyandır (yani Hz. Mehdi (as) yeni bir kitap getirmeyecek, Kuran'a
uyacaktır). Ve aynı zamanda GÜNAHTAN DA MASUMDUR. BURDAKİ MASUMLULUĞUNDAN MURAT
HÜKÜMDEKİ MASUMİYETİDİR. Çünkü gerçek manada ismet ancak Peygamber için söz
konusu olabilir. Oysa O (Hz. Mehdi (as), Peygamber değil Velî'dir. Velîler
günah işlemekten mahfuzdurlar; Mâsum değildirler. (Muhammed B. Resul El Hüseyin
El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 190)
16)
"Hz. Mehdi (as), bizden, Ehl-i Beyt'tendir. ALLAH ONU (MEHDİ'Yİ)
BİR GECEDE ISLAH EDER (yani tevbesini kabul eder veya feyizler ve
hikmetlerle donatır). (Sünen-i İbni Mace Kitabü-l 'fiten Tercemesi ve Şerhi-
Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim: Haydar Hatipoğlu, Bab: 34, s. 348)
"Ey
Ehl-i Beyt! Mehdi (as) bizdendir. Aziz ve celil olan ALLAH ONU (HZ. MEHDİ (as)'Yİ)
BİR GECEDE ISLAH VE İRŞAD EDECEK (doğru yolu gösterecek)."
(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, İmam Şarani, s. 437)
Yazının
önceki bölümlerinde detaylı olarak açıklandığı gibi Peygamberimiz (sav)'in bu
hadisleriyle, "Allah Katı'ndan Hz. Mehdi (as)'a bir gecede olağanüstü
özellikler ve ilimler verileceği" bildirilmiştir. Ancak hadislerde
vurgulanan "BİR GECEDE" ifadesi aynı zamanda da, günümüzde internet
teknolojisiyle hızlı bir şekilde ulaşılabilen her türlü bilgiye ve Hz. Mehdi
(as)'ın internet vesilesiyle bir gecede bu bilgilere ulaşarak ilmini
artıracağına da işaret etmektedir. Hz. Mehdi (as) internet teknolojisini
kullanarak radyo, televizyon ve görüntülü cep telefonları gibi yaygın iletişim
araçlarıyla İslam ahlakının yayılmasına ve dünyanın farklı noktalarındaki
insanların irşad olmasına (hidayet bulmasına) da vesile olacaktır. Hz. Mehdi
(as)'ın gece-gündüz sürdürdüğü bu irşad görevi, başka hadislerde de
vurgulanmaktadır. Peygamberimiz, Hz. Mehdi (as) ve talebelerinin özellikle gece
yaptıkları faaliyetlere şu şekilde dikkat çekmiştir:
Bedir savaşındaki askerler gibi 313 kişinin
kumandasını elinde tutarak etrafa meydan okuyacak. Çünkü bu 313 kişi GECE ABİD
(ÇOK İBADET EDEN KİMSE) gündüz kahraman niteliğini taşımaktadırlar. (Muhammed
B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, s.169)
Aralarında kadınların da bulunduğu 314 kişilik bir grup oluştururlar. Onlar her
zalime galip gelirler. Onların kalpleri demir gibidir ve onlar gündüz arslan,
GECE DE ABİDDİRLER. Ne evvelkiler, ne de sonrakiler fedakarlıkta onlara
yetişemez. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 57-68)
Bu
hadislerin anlatımlarından, Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, gündüz uzun
uğraşıları olan Hz. Mehdi (as) ve talebelerinin, gece vakitlerinde interneti
kullanarak her türlü fıkhi konuya ulaşabilecekleri ve insanları irşad
edecekleri anlaşılmaktadır. Bu hadislerde geçen "GECE DE ABİDDİRLER
(İBADET EDEN)" ifadesiyle, Hz. Mehdi (as) ve talebelerinin tebliğ
faaliyetlerini yalnızca gündüz değil internet, televizyon ve radyo gibi
araçlarla gece de sürdüreceklerine dikkat çekilmiştir.
Kuran'da da "Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç
dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha
sağlamdır." (Müzemmil Suresi, 6) ayetiyle
bildirildiği gibi, Peygamberimiz (sav) nasıl geceleri faaliyet yapıyorsa, Hz.
Mehdi (as) da o şekilde gece vakitlerinde birçok ilmi konuyu aydınlatacak,
insanları bilgilendirecektir.
17)
Nitekim Peygamberimiz (sav)'in bir çok hadisinde, "ahir zamanda Hz. Mehdi
(as) ve talebelerinin hizmetine verilecek olan bu internet teknolojisinin
mükemmelliğine ve ezbere ihtiyaç duyulmayacağına" yönelik işaretler yer
almaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir:
...ONLAR (HZ. MEHDİ (AS)'IN TALEBELERİ) BÜTÜN DÜNYAYI
DAKİKALAR İÇERİSİNDE KAT ETME GÜCÜNE SAHİPTİRLER. (Bihar-ül Envar, cilt 52, s.
318; Mikyaal al-Makaarem, cilt 1, s. 148 Basaaer al-Darajaat'dan aktarıyor.)
Hz.
Mehdi (as) ve talebeleri, internet yoluyla dünyanın istedikleri her yeriyle
birkaç dakika içerisinde iletişim kurabileceklerdir.
HZ. MEHDİ (AS) İÇİN KAİNAT AVUCUNUN İÇİ KADAR AÇIK
OLACAK. (Bihar-ül Envar, cilt 52, s. 328)
Hadiste
Hz. Mehdi (as) ve talebelerinin, ahir zamandaki internet teknolojisinden
faydalanacakları anlaşılmaktadır.
İmam Caferi Sadık aleyhisselam'ın oğlu Muhammed'in
nakline göre İmam aleyhisselam şöyle buyurdu: "HZ. MEHDİ (as) KIYAM
ETTİĞİNDE her memlekete bir sefir gönderecek ve her bir sefire şöyle buyuracak.
"SENİN AHDİN ELİNDEDİR.
Anlamadığın bir durumla karşılaşır ve hüküm vermekte
zorlanırsan ELİNE BAK VE ELİNDE YAZANI UYGULA."... (Şeyh Muhammed b.
İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 381)
Hz.
Mehdi (as) döneminde yönetici konumunda olan kişiler haberleşmeyi ve
bilmedikleri konuları araştırıp öğrenmeyi ellerindeki avuç içi bilgisayarlar ve
bilgisayarlı cep telefonlarıyla internet üzerinden gerçekleştireceklerdir.
Hz. Mehdi (as), ALEVLİ HİDAYET MEŞALESİYLE
ALEMDE DOLAŞIR ve salihler gibi yaşar. (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s.
281-282 ve 266 ve 300.)
Hz.
Mehdi (as) ve talebeleri, televizyon, internet ve uydu yoluyla dünya çapında
tebliğ yaparak insanların hidayetine vesile olacaklardır.
İşler ehline [Hz. Mehdi (as)'a] emanet edildiğinde
Yüce Allah onun için dünyanın en alçak bölümünü yükseltecek, en yüksek yerleri
de alçaltacak. ÖYLE Kİ, TÜM DÜNYAYI AVUCUNUN İÇİNİ GÖRDÜĞÜ GİBİ GÖRECEK.
İçinizden hanginizin avucunun içinde bir saç teli olsa onu göremez? (Bihar-ül
Envar, 5. cilt, s. 328)
Hz.
Mehdi (as) döneminde uydu görüntüleme, televizyon ve internet sistemleri Hz.
Mehdi (as)'a hizmet edecektir.
PEYGAMBERİMİZ
(SAV) MEDRESE EĞİTİMİ ALMAMIŞTI, HZ. MEHDİ (AS) DA MEDRESE EĞİTİMİ ALMAYACAK
SADECE KENDİSİNE VERİLEN ÖZEL İLİMLERLE HÜKMEDECEKTİR
Peygamberimiz
(sav) de ümmiydi yani okuma yazması yoktu. Kendisi
özel bir medrese eğitimi almamıştı. Yabancı dil eğitimi de almamıştı.
Peygamberimiz (sav) sadece Arapça biliyordu, Allah kendisine vehbi ve ledün
ilimlerini nasip etmişti. Hicri 1400'de zuhur edecek olan ve ahir zamanın büyük
mücedddidi, kutbu, en büyük hatem-i velisi olan Hz. Mehdi (as) da
herhangi bir medrese eğitimi almayacak sadece vehbi ve ledün ilimlerine sahip
olacaktır. Allah Hz. Mehdi (as)'ı bir gecede ıslah edecek yani Hz. Mehdi (as)
bir gecede çok derin ilimlere sahip olacaktır.
Peygamberimiz
(sav) de Hz. Mehdi (as)'ın böyle özel bir ilimle ilimlendirildiğini şöyle haber
vermiştir:
El-Mehdi, bizden, Ehl-i Beyttendir. ALLAH ONU
BİR GECEDE ISLAH EDER (yani
tevbesini kabul eder veya feyizler ve hikmetlerle donatır). (Sünen-i İbni Mace
Kitabü-l 'fiten Tercemesi ve Şerhi- Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim:
Haydar Hatipoğlu, Bab: 34, sf.348)
HZ. MEHDİ (AS) İLK
ÇIKTIĞINDA BİLİNMEZ
İmam
Rabbani Hazretleri Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunun YÜZYIL BAŞLARINDA
OLACAĞINI bildirmiş, kendi döneminde yüzyıl başından on sekiz sene
geçmiş olmasına rağmen bu zuhurun gerçekleşmediğini ifade etmiştir:
Halbuki bu doğuş, Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru
zamanında olacak zuhur değildir. Zira, ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) ZUHURU, YÜZ
BAŞLARINDA OLACAKTIR. Şu anda dahi, yüz başını, on sekiz sene geçmiş
vaziyettedir. (İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 381. Mektup,
s.1184)
İmam
Rabbani Hazretleri'nin "ONUN ZUHURU YÜZ BAŞLARINDA OLACAKTIR"
ifadesi HZ MEHDİ (AS)'IN ZUHUR ALAMETLERİNİN YÜZYIL BAŞLARINDA TAHAKKUK ETMEYE
BAŞLAYACAĞI ANLAMINDADIR, yoksa yüzyıl başında Hz. Mehdi
(as) hemen zuhur edecek, İslam ahlakı hemen hakim olacak ve Hz. Mehdi (as)
görülür görülmez hemen halk tarafından tanınacak ANLAMINDA
DEĞİLDİR.
Nitekim
İmam Rabbani Hazretlerinin söylediği gibi HİCRİ 1400 YILINDAN GÜNÜMÜZE
KADAR OLAN 30 YILLIK SÜREÇ İÇERİSİNDE HZ. MEHDİ (AS)'IN ZUHURU İÇİN PEYGAMBER
EFENDİMİZ (sav)'İN BAHSETTİĞİ HEMEN HEMEN BÜTÜN ALAMETLER ÇIKMIŞTIR. (kitabın
ilerleyen bölümlerinde bu alametler aktarılmaktadır.)
İmam
Rabbani Hazretleri'nin bu sözünde kullandığı "ŞU ANDA DAHİ, YÜZ
BAŞINI, ON SEKİZ SENE GEÇMİŞ VAZİYETTEDİR." ifadesi de önemlidir.
İmam Rabbani Hazretleri bu sözüyle eğer ki Hz. Mehdi (as) çıkmış olsaydı, keşif
ve keramet sahibi veli bir insan olarak kendisinin de yüzyıl başından o ana
kadar geçen 18 yıl içerisinde yaşanan zuhur alametlerinin tahakkukundan Hz.
Mehdi (as)'ı imanın nuru ile hissedeceğine ve farkedeceğine işaret
etmektedir. Oysa ki İmam Rabbani Hazretleri'nin kendi döneminde yüzyıl
başını onsekiz sene geçmiş olmasına rağmen Hz. Mehdi (as)'ın çıkış alametleri
gerçekleşmemiş, dolayısıyla Hz. Mehdi (as) da zuhur etmemiştir.
Dolayısıyla İmam
Rabbani Hazretleri Hz. Mehdi (as) zuhur eder etmez İslam ahlakının bütün
dünyaya hakim olacağı, dolayısıyla da Hz. Mehdi (as)'ın bakan herkes tarafından
hemen tanınacağı yönünde bir izahta ve imada bulunmamaktadır. Ancak
kendisi gibi derin ilimlere sahip veli şahısların Hz. Mehdi (as)'ı fark
edebileceklerine dikkat çekmektedir.
Hz.
Mehdi (as) ilk zuhur ettiğinde herkes tarafından hemen tanınmayacağı, halkın
arasında olmasına rağmen bilinmeyeceği ancak KEŞİF VE KERAMET SAHİBİ
VELİ İNSANLARIN ONU İMAN NURUNDAN, İMANIN DERİNLİĞİNDEN VE İMAN HEYBETİNDEN
TANIYABİLECEKLERİ Said Nursi Hazretleri'nin ifadelerinden de anlaşılmaktadır:
Halbuki demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla
kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. ÖYLE İSE O EŞHAS (yani
ahir zamanın mühim şahısları –HZ. MEHDİ (as) ve HZ. İSA
(as)), hattâ o müthiş deccal dahi ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ
KENDİSİ DE BİDAYETEN (BAŞLANGIÇTA) deccal olduğunu BİLMEZ.
BELKİ NUR-U ÎMÂNIN DİKKATİYLE, O EŞHAS-I ÂHİR ZAMAN(yani ahir zamanın mühim
şahısları HZ. MEHDİ (as) ve HZ. İSA (as)) TANINABİLİR. (Sözler,
ss. 343-344)
İmam
Rabbani gibi keşif ve keramet sahibi veli bir insan olan Bediüzzaman Said Nursi
Hazretleri Mektubat adlı eserinde Hz. İsa (as)'ın da yeniden dünyaya geldiğinde
hemen herkes tarafından bilinemeyeceğini, ancak yakınındaki DERİN
İMANLI TALEBELERİ TARAFINDAN İMANIN NURU İLE TANINACAĞINI ifade
etmiştir:
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT, herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA, olduğunu bilmek lâzım
değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri),
nur-u iman (imanın ışığı) ile ONU TANIR. Yoksa bedahet (birdenbire
ve açıkça) derecesinde HERKES ONU TANIMAYACAKTIR... (Mektubat, s.
60)
GEREK
İMAM RABBANİ HAZRETLERİ'NİN SÖZLERİNDEN GEREKSE SAİD NURSİ HAZRETLERİ'NİN
AÇIKLAMALARINDAN HZ. MEHDİ (AS)'IN ZUHURUYLA BİRLİKTE İSLAM AHLAKININ BÜTÜN
DÜNYAYA HEMEN HAKİM OLACAĞI, HZ. MEHDİ (AS)'IN HEMEN HERKES TARAFINDAN
BİLİNECEĞİ ANLAMI ÇIKMAMAKTADIR.
Hz.
Mehdi (as) zuhur ettiğinde İslam ahlakı dünyanın dört bir yanına hemen hakim
olacak olsa, o zaman Hz. Mehdi (as)'ı herkes tanır ve fark ederdi. Öyle bir
ortamda Hz. Mehdi (as) hiçbir zorlukla karşılaşmazdı. Oysa ki Hz. Mehdi
(as)'ın halk tarafından tanınmayacağı hatta bu yönüyle Hz Yusuf (as)'a
benzerlik taşıyacağı, zorluklarla ve baskıyla karşılaşacağı, Hz.
Musa (as) gibi öldürülme, tuzak kurulma, gözaltına alınma,
sürgün edilme gibi her türlü tehlikeyle içiçe olacağı, gaybette yaşayacağı Peygamber
Efendimiz (sav)'in hadislerinde de açıkça belirtilmiştir:
... SONRA HZ. MEHDİ ALEYHİSSELAM HZ. YUSUF'A
BENZEMEKTE ve ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) HALKI GÖRDÜĞÜNÜAMA HALKIN ONU (HZ.
MEHDİ (AS)) GÖREMEDİĞİNİ ve Hz. Ali'nin de buyurduğu gibi GÖKTEN
NİDA OLUNANA DEK ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) GÖRÜLMEYECEĞİ KESİNDİR. (Şeyh
Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 167)
Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam'ın
şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) SAHİBİNDE DÖRT
PEYGAMBERİN SÜNNETİ VARDIR..." Dedim ki: "HZ. YUSUF'UN
SÜNNETİ NEDİR?" BUYURDU Kİ: "ZİNDAN VE GAYBET."... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s.
190)
Sedir-i Seyrefi der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i
Sadık aleyhisselam'dan duydum ki: Şöyle buyurdu: "BU İŞİN
SAHİBİNDE (HZ. MEHDİ (AS)'DA) YUSUF'A BİR BENZERLİK VARDIR." ŞÖYLE
ARZETTİM: "SEN BİZE BİR GAYBETİ VEYA HAYRETİ BİLDİRİYOR
GİBİSİN." (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani
s. 189)
İmam Zeyn-ul Abidin aleyhi's-selâm şöyle buyurmuştur: "Bizim
Kaim'imiz (Hz. Mehdi (as)) ile Allah'ın resulleri arasında bir takım
benzerlikler vardır. Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Eyyub ve Muhammed (sav)
peygamberlerin her biri ile bir benzerliği vardır. Nuh ile uzun ömürlü
olmasında, İbrahim ile, doğumunun gizli olması (doğumunun evde olmasında) ve
halktan uzak durmasında; MUSA İLE, KORKU HALİ (MEHDİ'YE
YÖNELİK TEHLİKELERİN YOĞUNLUĞUYLA; ÖLDÜRME, TUZAK KURMA, TUTUKLANMA, GÖZALTINA
ALINMA, SÜRGÜN GİBİ HER TÜRLÜ TEHLİKEYLE İÇ İÇE OLMASIYLA) veGAYBETTE
YAŞAMASINDA (SÜREKLİ GİZLENEREK YAŞAMASINDA); İsa ile halkın
onun hakkındaki ihtilafa düşmesi (bir kısım insanların, 'Mehdi gelecek', bir
kısımının da 'gelmeyecek', bir kısmının 'Mehdi çok daha ileride gelecek' ya da
'gelmiş geçmiştir' demesinde, bir kısmının ise 'Mehdi hiç gelmeyecektir'
demesinde); Eyyub ile, beladan sonra kurtuluşun yetişmesinde (Hz. Mehdi'ye de
birçok zorluk, sıkıntı ve dert gelmesi; ancak aynı Hz. Eyüp gibi Allah'ın
rahmetiyle hepsinden kurtulmasıyla); Muhammed (sav) ile de kılıçla kıyam
etmesinde (Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı,
kılıcı ve hırkasının, Mehdi'nin yanında olmasıyla), benzerliği vardır."
Kemal'ud-Din s. 322, 31. babin 3. hadis)
KIYAMETİN KOPMA
TARİHİNE İŞARET EDEN HADİSLERDEKİ ÇELİŞKİ GİBİ GÖRÜNEN BİLGİLER NAKİL
HATASIDIR, HADİSLERDE ANLATILANLARIN ORTAK NOKTASINA BAKMAK GEREKİR
Kıyametin
kopacağı vakte işaret eden hadislere bakıldığında, verilen zaman bilgisi
açısından hadislerde bir ittifak olmadığı görülmektedir.
Böyle
bir durumda hadislerdeki bilgilerin ittifakla dikkat çektiği ortak noktaya
bakmak gerekmektedir. Örneğin dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğuna dair ehl-i
sünnetin büyük alimlerinden Suyuti Hazretleri'nin tasnif ettiği 8 hadis
incelendiğinde de, bu hadislerin tümünde aynı konunun anlatıldığı, aralarında
bir ortak nokta bulunduğu anlaşılmaktadır.
Hadislerde
anlatılan olayların benzerliği, ancak zaman birimi açısından zıtlık olması,
hadislerin Peygamber Efendimiz (sav)'den günümüze kadarki nakli esnasında hata
yapılmış olabileceğini göstermektedir. Bu nedenle kıyametin ne zaman kopacağını
anlatan hadislerdeki nakil hataları makul görülerek hadislerdeki ortak noktaya
dikkat verilmesi gerekmektedir.
1. AÇIKLAMA:
Kıyametin
vaktini tarif eden hadislerden, ahir zamanın başlamasının ardından kıyamete
kadar insanların ortalama 120 sene kadar yaşayacak oldukları anlaşılmaktadır.
Bu süre ise, başlangıcında dinsiz sistemlerin hakim olacağı, sonrasında Hz.
Mehdi (as)'ın zuhuru ve Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişi ile
birlikte İslam ahlakının bütün dünyaya hakim olacağı, en son aşamada ise İslam
ahlakının dünya üzerinden tamamen zayıflayıp silineceği ve dinsizliğin hakim
olduğu dünyanın son dönemi olacaktır. Yani bu 120 yıllık sürecin başında ve
sonunda dinsizlik cereyanı şiddetli olacak, bu sürecin ortasında ise İslam
ahlakının dünya hakimiyeti yani altınçağ yaşanacaktır.
Kıyametin
vaktini uzak göstererek kendilerince insanların korku duymasını engellemeye
çalışmak da akılcı ve dürüst bir tavır değildir. Kıyamet uzak bir zamanda
kopacak olsa da, zaten her insan öldüğü zaman kıyameti görecektir.
Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulur:
Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Buyurdu ki:
"Bu gürültü, yetmiş seneden beri cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu
dakikada cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu hayret
verici haberden sonra birisi geldi dedi: "Ya Resulullah! Yetmiş yaşında
bulunan filan münafık vefat etti, cehenneme gitti. (Müslim: Cennet, 31,
hadis no: 2844; Müsned, 3:341, 346)
Bu
hadisten de anlaşıldığı üzere Peygamberimiz (sav) o an yaşadığı, diğer insanlar
da yaşadığı halde, hadiste bahsi geçen münafık ölmüş, sorgulanmış, cehenneme
gitmiştir. Bütün olaylar çok süratli bir şekilde gerçekleşmiştir. Bu nedenle
ölen herkse zaten kendi kıyametini görüp şahit olacağı için, sırf insanlar
korkarlar diye kıyamet vaktini uzak dönemlere ertelemek hem dürüst bir hareket
olmayacaktır hem de gerçekleri değiştirmeyecektir.
2. AÇIKLAMA:
Güneşin
batıdan doğması hakkındaki hadisin ikinci açıklaması ise Hz. Mehdi (as)'ın batı
tarafında zuhur edeceği olabilir. Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen
bir hadiste Hz. Mehdi (as)'ın "batıdan" çıkacağı bildirilmektedir.
Hafız Ebu Nuaym'ın rivayet ettiği hadis-i şerifte
Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: İşte (öyle müşkül (sıkıntılı, zorlu)
bir) zamandaMAĞRİP (BATI) MEMLEKETİNİN EN UZAK BÖLGESİNDEN ve
Resul-i Ekrem Efendimizin muhterem kızı Fatma'nın evlatlarından bir kimse ortaya
çıkacaktır. İşte o zat ahir zamanda faaliyette bulunacak olan Hz. Mehdi
(as)'dır. Ve Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru da kıyamet alametlerinin ilkidir.(Celaleddin
Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Müellif Ali
bin Hüsammeddin el Muttaki, Kahraman Neşriyat Kitabevi, s. 16)
Ayrıca
Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen başka bir hadiste de Hz. Mehdi
(as)'a Güneş benzetmesi yapılmaktadır.
HZ. MEHDİ (as) BÜTÜN GAM VE ZULMETLERİ GİDERECEK
GÜNEŞTİR. İhsanda bulunduğu zaman pek
bereketli bir yağmurdur. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet
Alametleri, s. 188)
Bilindiği
gibi Türkiye, İslam ülkelerinin en batısında yer almaktadır. Hadisteki
bilgiler, Hz. Mehdi (as)'ın Türkiye'den çıkacağına işaret etmektedir. Bu hadis
gözönünde bulundurulduğunda güneşin batıdan doğacağını haber veren hadis-i
şerifteki bilginin de aynı şekilde Hz. Mehdi (as)'ın batı tarafından zuhur
edeceğine işaret ettiği düşünülebilir.
Bu
takdirde, Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru için, Peygamber Efendimiz (sav)'in diğer
hadislerine dayanarak Hicri 1400 yılını esas alırsak, Güneş'in batıdan
doğuşundan 120 sene sonra kıyamet başlayacak ifadesi de Hicri 1520'li yıllara
denk gelmektedir. Said Nursi'nin verdiği tarihlerde de Hicri 1520'ler
Müslümanlığın zayıflamaya başlayacağı ve inkar sisteminin dünyaya tam hakim
olacağı yıllardır. Bediüzzaman Said Nursi'nin izahlarına göre de bu yıllardan
yirmi-yirmi beş yıl sonra kıyamet beklenmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
AHİR ZAMANDA HZ.
MEHDİ (AS) İLE MÜCADELE EDEN BAZI SÖZDE ALİMLER OLACAKTIR
"Fütühat-ül
Mekkiye" isimli eserinde Muhyiddin
Arabi el Endülüsi Hazretleri şöyle bildirmektedir:
...Hz. Mehdi (as), dini Peygamberin (sav) zamanında
olduğu gibi aynen tatbik edecek. Yeryüzünden mezhepleri kaldıracak. Halis ve
hakiki dinden başka hiç bir mezhep kalmayacak. ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN)
DÜŞMANLARI İÇTİHAD ALİMLERİNİN TAKLİD EDENLERİ OLACAK. Çünkü onlar Hz. Mehdi
(as)'ın mezhep imamlarının tersine hükmettiğini gördüklerinde bundan
HOŞLANMAYACAKLAR, FAKATKARŞIDA GELMEYECEKLER... ONUN (HZ. MEHDİ
(AS)'IN KILINCI KARDAŞLARIDIR. Kılıcından korktukları için ister istemez
hakimiyetine (manevi liderliğine) boyun eğecekler...
... ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) AÇIK DÜŞMANLARI FUKAHA
(FIKIH ALİMLERİ) OLACAK. ÇÜNKÜ HALK ARASINDA BİR İMTİYAZLARI KALMAYACAK. HATTA
AHKAM HUSUSUNDA İLİMLERİ DE AZALACAK. Bu imamın (Hz. Mehdi (as)'ın) gelişiyle alimlerin
hükümlerdeki anlaşmazlıkları da giderilecek... ŞAYET ELİNDE
KILINÇ (İLİM) OLMASAYDI FAKİHLER ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) ÖLÜMÜNE FETVA
VERİRLERDİ. Lâkin Cenâb-ı Hak, onu (Hz. Mehdi (as)'ı) keremiyle ve
kılınç (kardeşleriyle) ile tathir edecek (temizleyecek), ONLAR ONA (Hz.
Mehdi (as)'a) İTAAT EDECEKLERDİR. ÇÜNKÜ HALK ARASINDA İMTİYAZLARI KALMAYACAK,
HATTA AHKAM HUSUSUNDA İLİMLERİ DE AZALACAK. Hz. Mehdi (as)'ın
gelişiyle alimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan (Hz. Mehdi
(as)'dan) hem korkacaklar hem de birşeyler umacaklar. KALBEN ONDAN (HZ.
MEHDİ (AS)'DAN) NEFRET EDECEKLER. FAKAT BUNA RAĞMEN İSTER İSTEMEZ HÜKMÜNÜ KABUL
EDECEKLER.(Medineli Allâme Muhammed b. Resul el-Hüseynî el-Berzencî,
Kıyamet Alametleri, s. 187, Pamuk Yayıncılık)
Onun (Hz. Mehdi (as)'ın) döneminde din tamamen rey'den
arınmış olarak eski hüviyetini kazanacaktır. VERECEĞİ BİRÇOK HÜKÜMLERDE
ULEMANIN MEZHEPLERİNE MUHALEFET EDECEKTİR. BUNDAN DOLAYI ONDAN (HZ. MEHDİ
(AS)'DAN) UZAK DURACAKLARDIR. Zira
zanlarına göre, gerçekten Allah imamlarından sonra bir müçtehid bırakmadığını
kabulleneceklerdir... (Muhyiddin Arabi, "Futuhat-El Mekkiye", 66.
bab, c. 3, s. 327- 328)
Bu
konuyla ilgili diğer bazı bilgiler şu şekildedir:
ÜMMETİMDEN BAŞI SARIKLI YETMİŞ BİN ALİM KİŞİ, DECCALE
TABİ OLACAKLAR. (İmam Ahmed bin Hanbel, Müsned, s.
796)
... BİR KISIM ZAHİRÎ ÜLEMALAR (hadislerin dış
anlamlarına bakarak hüküm veren alimler), O RİVAYET VE HADÎSLERİN ZAHİRİNE (dış
anlamlarına) BAKIP ŞÜPHEYE DÜŞMÜŞLER. VEYA SIHHATİNİ (doğruluğunu) İNKÂR EDİP
VEYA HURAFEVARİ (hurafe gibi, masallarda anlatılan gerçek dışı bir şey gibi
yanlış) BİR MANA VERİP ÂDETA MUHAL BİR SURETİ (adeta imkansız, aklın vicdani kanaatle karar verme
özelliğini ortadan kaldıracak özelliklerde bir şahsı) BEKLER BİR TARZDA (anlattıkları
için), AVAM-I MÜSLİMÎNE (böyle metafizik açıklamalara inanmada
zorlanacakları veya bu sebeple hiç inanmayacakları için, halktan bilgisi
olmayan Müslümanlara imani yönden) ZARAR VERİRLER. (Bediüzzaman
Said Nursi Hazretleri, Kastamonu Lahikası, s. 80)
... İMAM-I MEHDİ (as) ÇIKTIĞI ZAMAN hasseten (özellikle, yalnızca, ayrıca, hususi
olarak) FUKAHA (FIKIH ALİMLERİ) ONA (HZ. MEHDİ (AS)'A) DÜŞMAN OLACAK.
ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) KILINCI KARDEŞLERİDİR. Elinde kılınç olmasa idi, -YANİ
KARDEŞLERİ OLMASA İDİ- ZAMANIN FUKAHASI (FIKIH ALİMLERİ) ONUN (HZ. MEHDİ (AS))
KATLİYLE FETVA VERİRLERDİ. Lakin Cenâb-ı hak onu (Hz. Mehdi (as)'ı)
keremiyle ve kılınç (KARDEŞLERİYLE) ile tathir (temizlemek,
yıkayıp pak etmek) edecek, onlar ona (Hz. Mehdi (as)'a) itimad edeceklerdir. HÜKMÜNÜ
İNANMAYAN DA KABULE MECBUR OLUP AKSİNİ İZMAR (gizlemek, saklamak) EDECEKLER. (Ramuz
el-Hadis, s. 56 73)
Geleceği vaad edilen Hz. Mehdi (as) dinin tervicini
(değerini artırmayı), sünnetin ihyasını (yeniden canlandırmasını) murad ettiği
(istediği)zaman; bid'sat ehl-i ile ameli adet edinen, hasene zannı ile dini
karıştıran (dinin aslında, özünde olmayan şeyleri, dinin emri olduğunu zanneden
bazı insanlar) hayretle söyle diyecektir: BU KİMSE (HZ. MEHDİ (AS))
DİNİMİZİ KALDIRMAK VE ŞERİATIMIZI İZALE (MAHVETMEK) İSTİYOR. (Mektubat-i
Rabbani, 1/535)
HZ. MEHDİ (AS)
ZAMANINDAKİ CAHİL ALİMLERLE İLGİLİ HADİSLER, RİVAYETLER VE AÇIKLAMALAR
Peygamber
Efendimiz (sav) kıyamet alametlerinden biri olarak ilmin ortadan kalkıp
cehaletin yerleşeceğini söylemiştir:
*
Allah-u Teala ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip
almaz. Lakin alimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını
kabzeder. Artık kara cahil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını
sorarlar, onlar da (ayet, hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre
fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar. (Buhari
Tecrid-i sarih: 2174)
*
"Deccala, İsfehan Yahudilerinden taylesanlı (sarıklı ve cübbeli) yetmiş
bin kişi tabi' olacaktır. (Müslim, Et-Tac Ali Nâsıf el-Hüseynî, c.5/s.627)
*
"ÜMMETİMDEN BAŞI SARIKLI YETMIŞ BIN ALİM KİŞİ, DECCALA TABİ
OLACAKLAR." (İmam Ahmed Bin Hanbel, Müsned, sf. 796)
*
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetime öyle bir zaman gelecek ki
yöneticileri zalim, alimleri tamahkar ve takvasız olacaktır, ibadet edenleri
riyakar, tacirleri faizci, ayıpları gizlemeleri sadece alışverişte olacaktır.
Kadınları dünya süsüne kapılacaklardır. O zaman kötüleri onlara musallat olur,
iyileri dua eder de kendilerine icabet edilmez." (Bihar'ul-Envar, c. 23,
s. 22)
*
Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur. [Darimi]
*
Kıyamette bir din adamı cehenneme atılır. Tanıdıkları ona, "Sen dünyada
dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da,
"İnsanlara, günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım.
"Yapın" dediklerimi de yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.
[Buhari]
*
Öyle bir zaman gelir ki, âlimler fitne unsuru olur. [Ebu Nuaym]
*
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Dünyalık peşinde olan din adamlarının
sözlerini dinlemek, kitaplarını okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din
adamlarının zararları bulaşıcıdır. Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar.
Tarihte İslam devletlerinin başlarına gelen felaketlere hep kötü din adamları
sebep oldu. Devlet adamlarını doğru yoldan bunlar saptırdı. Peygamber
efendimiz, (Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek. Bunların 72'si Cehenneme gidecek,
yalnız bir fırkası Cehennemden kurtulacak) buyurdu. Bu 72 sapık fırkanın
reisleri, hep kötü din adamları idi. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka ise,
Ehl-i sünnettir. (47. Mektup)
*
"Bid'at sahibi, manen küçük kişilerin yanında ilim aramak, kıyamet
alametlerindendir." (Camiu's-sağir: 2475) (Kıyamet ve Alametleri, Ömer
Öngüt, sf. 53)
*
"Dünyaya karşı zühd dilde kalmadıkça, takva da yapmacık haline gelmedikçe
kıyamet kopmaz." (Camiu's-sağir: 9856) (Kıyamet ve Alametleri, Ömer Öngüt,
sf. 53)
*
Peygamber Efendimiz ahir zamanın durumunu haber vermiştir: "İnsanlar
üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslam'ın yalnız ismi, Kur'an'ın ise resmi
kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum
olacak. Onların alimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne
onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhaki) (Kıyamet ve
Alametleri, Ömer Öngüt, sf. 54)
*
Resulullah –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadis-i şeriflerinde
buyururlar ki: "Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslam'ın
yalnız ismi, imanın resmi, Kur'an'dan ise harf ve hurufat kalacak. Gayretleri
mideleri, dinleri para, kıbleleri karıları olacak. Onlar aza kanaat
etmeyecekler, çok ile de doymayacaklar." (Kıyamet ve Alametleri, Ömer
Öngüt, sf. 50)
*
"...... İMAM-I MEHDİ (AAS) ÇIKTIĞI ZAMAN hasseten (özellikle, yalnızca,
ayrıca, hususi olarak) FUKAHA (FIKIH ALİMLERİ) ONA (HZ. MEHDİ (AS)'A) DÜŞMAN
OLACAK. ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) KILINCI KARDEŞLERİDİR. Elinde kılınç olmasa
idi, -YANİ KARDEŞLERİ OLMASA İDİ- ZAMANIN FUKAHASI (FIKIH ALİMLERİ) ONUN (HZ.
MEHDİ (AS)) KATLİYLE FETVA VERİRLERDİ. Lakin Cenâb-ı hak onu (Hz. Mehdi (as)'ı)
keremiyle ve kılınç (KARDEŞLERİYLE) ile tathir (temizlemek, yıkayıp pak
etmek)edecek, onlar ona (Hz. Mehdi (as)'a) itimad edeceklerdir. HÜKMÜNÜ
İNANMAYAN DA KABULE MECBUR OLUP AKSİNİ İZMAR (gizlemek, saklamak)
EDECEKLER." (Ramuz el-HadiS, 56,73)
*
Onun (Hz. Mehdi (as)'ın) döneminde din tamamen rey'den arınmış olarak eski
hüviyetini kazanacaktır. VERECEĞİ BİRÇOK HÜKÜMLERDE ULEMANIN MEZHEPLERİNE
MUHALEFET EDECEKTİR. BUNDAN DOLAYI ONDAN (HZ. MEHDİ (AS)'DAN) UZAK
DURACAKLARDIR. Zira zanlarına göre, gerçekten Allah imamlarından sonra bir
müçtehid bırakmadığını kabulleneceklerdir... (Muhyiddin Arabi, "Futuhat-El
Mekkiye", 66. bab, c. 3, s. 327- 328)
AHİR ZAMANIN İMANI
ZAYIF DİN ALİMLERİ
"Kıyamet
alâmetlerinden ve âhir zaman vukuatından (olaylarından) ve Bâzı a'malin
(amellerin) fazilet ve sevaplarından bahseden hâdîs-i Şerife güzelce
anlaşılmadığından, akıllarına güvenen BİR KISIM EHL-İ İLİM (ilim sahibi),
onların bir kısmına zaîf (zayıf) veya mevzu (hadis) demişler. İMANI ZAYIF VE
ENANİYETİ KAVİ BİR KISIM DA (aklını beğenen, kendini büyük, kusursuz ve üstün
gören; ve adeta kendi nefsini putlaştıran kişiler de (Allah'ı tenzih ederiz)),
İNKÂRA KADAR GİTMİŞLER." (Sözler, s. 355)
Bediüzzaman
Said Nursi, "imanları zayıf" ve "enaniyetleri güçlü" bir
kısım alimlerin, Hz. İsa (as)'ın çıkışını ve Hz. Mehdi (as)'ın gelişini tevil
ya da inkar edeceklerini haber vermiştir. Bediüzzaman'ın dikkat çektiği bu
sözde alimlerin bu yaklaşımları ise gerçekte, sosyalist, Darwinist ve
materyalist eğilimli kimseler olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu kişiler,
kendilerinin üstünde bir makamın varlığını kabul etmeyen, hepsi kendini ayrı
ayrı ilahlaştırmış (Allah'ı tenzih ederiz), kendilerini allame-i cihan kabul
eden ve herkesten büyük gören insanlardır. Bu sebeple de, ne bir mezhebe tabi
olmayı ne de Hz. Mehdi (as)'a uymayı kabul ederler. Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru
gibi, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelmesini kabul etmek
istememelerinin sebebi de budur.
Bediüzzaman
açıklamalarında, bu kimselerin, kendi kanaatlerinin tam tersine, Allah'a
inançlarında kuşkuda olan, imanları zayıf, akılları kıt kimseler olduklarını
belirtmiştir. Peygamberimiz (sav)'in vefatından sonra Ehli Beyt'e saldıran, Hz.
Osman, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin ve Ehli Beyt imamlarını şehit eden
zihniyet de buydu. Enaniyetli, azgın, gizli dinsiz, fitneci siyaset anlayışıyla
ruhu da yüzü de kararmış insanların tiynetidir bu kirli insan modeli.
AHİR ZAMANIN
İMANLARI ZAYIF DİN ALİMLERİNİN VASIFLARI
*
En önemli alametleri yüzlerinde nur olmaması; meymenetsiz bir yüz ifadelerinin
olmasıdır.
*
Bakışları devrik ve nefret doludur. Mimikleri çok yapmacıktır. Sürekli
kendilerini ön plana çıkartırlar.
*
Konuşmalarında bahsettikleri hiçbir şeyi Allah'a vermez; Allah'ın yarattığını
dile getirmekten itinayla kaçınırlar (Allah'ı tenzih ederiz).l Konuşmalarında
kaderden, cehennemden, cennetten bahsetmekten kaçınır; bu konuları mümkün
mertebe anlatmak istemezler.
*
Bir konudan bahsederken, kendilerini müstağni görerek anlatırlar.l Nezaketsiz
ve her an tartışmaya hazır bir üslupları vardır.
*
Sevgiyi, saygıyı, şefkati, merhameti bilmezler.
*
Azgın ve saldırgan tavırlarıyla dikkat çekerler.
*
Çok bilmiş ve ukala bir tavırları vardır.
*
Dini bir meslek ya da bir itibar vesilesi olarak görürler.
*
Arapça veya başka bir dil bilmeyen biriyle konuşurken, karşılarındaki kişinin
ve halkın büyük bölümünün yabancı dil bilmediğini bildikleri halde, sırf
bilgilerini gösterme ve sükse yapma amacıyla sürekli olarak Arapça konuşurlar.
*
Dedikoducu, sinsi, gizli kindar yapıları vardır.
*
Estetikten, sevgiden, merhametten, şefkatten, güzellikten pek bahsetmek
istemezler.
*
Dinle ilgili konuları Kuran'la, hadisle, vicdanla değerlendirmezler.
Yorumlarını ve değerlendirmelerini kendi kirli mantıklarıyla ve cılız akıllarıyla
yapmaya çalışırlar.
*
Dinsizlere yaranmak, onların desteğini kazanmak için riyakarca konuşurlar.
Samimi dindarlara karşı küstah ve saldırgandırlar.
*
Dünyanın geçiciliğinden pek bahsetmek istemezler. İnanmadıkları şeylere inanır
görünürler.
*
Hizipçi, bölücü ruhları vardır. Bütünleştirici değillerdir.
*
Dinsizlere karşı saygılı, sempatik görünmeye çalışan çabaları vardır. Samimi
dindarlara karşı da, küçümseyici, nezaketsiz tavırları vardır. Hasetliklerini,
kıskançlıklarını gizlemeye çalışırlar, fakat açıkça belli olur.
*
Dinsizler böyle kişilere karşı çok itibar ederler, önemli görürler. Dindarlara
saldırmada genellikle böyle tiynetsiz kişiler kullanılır. Dinsizler, dine ve
dindarlara saldırmak istediklerinde, bu kişileri maşa olarak kullanırlar. Dinsizlerin
kendilerine gösterdikleri itibardan enaniyetleri daha da artar.
*
Detaylara girerek demagoji yapmada çirkin bir ustalıkları vardır. Devre ve
şartlara göre, bukalemun gibi şekil değiştirirler. Dinsizlerin lehine,
dindarların aleyhine demeçler vererek şirin görünmeye çalışırlar. Dinsizlerin
elinin altında böyle tiynetsiz bir ekip daima bulunur.
HZ. MEHDİ (AS)'IN
İMAM RABBANİ'NİN YAŞADIĞI YÜZYILDA DEĞİL, İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ HİCRİ 1400'DE
ZUHUR ETTİĞİNİN BAZI DELİLLERİ
İmam
Rabbani Hazretleri Mektubat'ında Hz. Mehdi (as)'ın kendi döneminde zuhur
etmediğini bildirmiştir. Bunun kanıtı olarak da iki önemli delil sunmuştur.
•
Bu delillerden birincisi Hz. Mehdi (as)'ın yüzyıl başında zuhur edecek olması
şartıdır.
•
İkincisi ise bu zuhurun Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği alametlerin art arda
gelişiyle birlikte olmasıdır.
İmam Rabbani Hazretleri'nin 381. Mektup'daki ifadesi:
Halbuki bu doğuş, MEHDİ'NİN ZUHURU ZAMANINDA OLACAK ZUHUR DEĞİLDİR. Zira, ONUN ZUHURU, YÜZ BAŞLARINDA OLACAKTIR. ŞU ANDA DAHİ, YÜZ BAŞINI, ON SEKİZ SENE GEÇMİŞ VAZİYETTEDİR. (İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 381. Mektup, s.1184)
Halbuki bu doğuş, MEHDİ'NİN ZUHURU ZAMANINDA OLACAK ZUHUR DEĞİLDİR. Zira, ONUN ZUHURU, YÜZ BAŞLARINDA OLACAKTIR. ŞU ANDA DAHİ, YÜZ BAŞINI, ON SEKİZ SENE GEÇMİŞ VAZİYETTEDİR. (İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 381. Mektup, s.1184)
İmam
Rabbani söz konusu sözünde Hz. Mehdi (as)'ın hicri yüzyılın başında çıkacağını
ifade etmektedir.
•
Ancak Rabbani döneminde; hicri yüzyıl başından itibaren 18 yıl geçmiş olmasına
rağmen, Hz. Mehdi (as)'ın zuhur ettiğini gösteren alametlerin hiçbiri
gerçekleşmemiştir.
Bu
da o dönemde Hz. Mehdi (as)'ın çıkmayacağının en net göstergelerinin başında
gelmektedir. Çünkü Hz. Mehdi (as) zuhur ettiğinde hicri yüzyıl başından
itibaren Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği ahir zaman alametlerinin ardı ardına
meydana gelmeye başlaması gerekir.
•
Oysa bu alametler Rabbani'nin içinde yaşadığı hicri yüzyıl başından itibaren 18
yıl boyunca ve sonrasında hicri 1400'e kadar arka arkaya gerçekleşmemiştir.
Ancak Hicri 1400'ün başlamasıyla birlikte bu alametler adeta kopan bir kolyenin
boncuklarının düşmesi gibi arka arkaya gerçekleşmiştir.
HİCRİ 1400'DE ARKA
ARKAYA GERÇEKLEŞEN AHİR ZAMAN ALAMETLERİNİN HİÇBİRİ RABBANİ HAZRETLERİ'NİN
DÖNEMİNDE VUKU BULMAMIŞTIR
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde geceyi aydınlatan büyük bir ateş 1 görülmemiştir.
Oysa
1979 yılının 15 Kasım sabahı İstanbul Boğazı'nda büyük bir Romen petrol tankeri
infilak etmiştir. Büyük bir patlama meydana gelmiş, bu tanker ve içindeki yakıt
günlerce yanmıştır. Bu sırada dev bir ateş, ışık, duman bulutu ve zaman zaman
da patlamalar meydana gelmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde İran-Irak Savaşı 2 olmamıştır.
Oysa
1980 yılının Ekim ayında İran- Irak arasında bir savaş başlamıştır. Söz konusu
bu savaş, Peygamberimiz (sav)'in günümüzden 1430 yıl önce Hz. Mehdi (as)'ın
zuhur alametlerinden biri olarak bildirdiği bir savaştır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Doğu tarafından bir ateşin görünmesi 3 gibi
bir olay vukuu bulmamıştır.
Oysa
1991 yılında Irak askerleri Saddam'ın emriyle Kuveyt'e ait petrol kuyularını
ateşe vermiş ve bu saldırı sonucu Kuveyt ve Basra Körfezi'ni büyük bir ateş
sarmıştır. Bu olayla Peygamberimiz (sav)'in Hz. Mehdi (as)'ın çıkış
alametlerinden biri olarak bildirdiği hadis Hicri 1400'ler itibariyle
gerçekleşmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Fırat Nehri'nin suyu hiçbir surette
kesilmemiştir. 4
Oysa
1973 yılında Fırat Nehri'nin üzerine kurulan Keban Barajı'yla tarihinde ilk
defa Fırat'ın suyu bir barajla engellenmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Fırat Nehri'nin suyunun kesilmesinin
ardından bu bölgede büyük bir terör olmamış ve çok sayıda insan hayatını
kaybetmemiştir. 5
Oysa
Fırat Nehri'nin üzerine baraj kurulmasının hemen ardından hicri 1400 itibariyle
aynı bölgede PKK terörü baş göstermiş ve çok sayıda insan hayatını kaybetmiş, birçok
askerimiz şehit olmuştur.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Fırat-Dicle arasında büyük bir savaş
yapılmamıştır. 6
Oysa
1980 yılında başlayan ve 8 yıl süren İran-Irak Savaşı iki Müslüman ülke
arasında hicri 1400'de yapılan ve bu hadisle birebir mutabık bir savaştır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Kabe'ye herhangi bir şekilde baskın
düzenlenmemiş ve Kabe'de kan akıtılmamıştır. 7
Oysa
hicri 1400'ün ilk günü olan 21 Kasım 1979 günü Kabe'ye kanlı bir baskın
düzenlenmiş ve büyük bir katliam yapılmıştır. Yine 7 yıl sonra Hicri 1407'de
Kabe'de çok daha kanlı bir olay gerçekleşmiş ve çok sayıda Hacı şehit olmuştur.
Kabe'nin tarihinde bir kereye mahsus olarak meydana gelen bu terör nedeniyle
Kabe'de tavaf durmuştur.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde İslam ümmeti halifesiz kalmamıştı.
Rabbani
Hazretleri Miladi 1564-1624 yılları arasında yaşamıştır. Onun döneminde Kanuni
Sultan Süleyman - 1. Mustafa'nın da dahil olduğu 8 Osmanlı Padişahı İslam
ümmetinin halifeliğini yapmışlardır. Yani Rabbani Hazretleri'nin döneminde
halifelik makamı ve bu manevi makama sahip kişiler bulunmaktaydı. Oysa
Peygamberimiz (sav) rivayetlerde Hz. Mehdi (as)'ın zuhur ettiği zamanda İslam
ümmetinin başında bir halife (manevi lider) olmayacağını bildirmiştir. Bu
konuda Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilmiş bir hadiste şöyle
bildirilmektedir: (Hz. Mehdi (as)) Dünyada ismi geçecek bir halife kalmayıncaya
kadar çıkmayacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sf.
54)
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde iki yıl üstüste Ramazan ayında Ay ve
Güneş tutulmaları olmamıştır. 8
Oysa
Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as)'ın zuhur edeceği ahir zamanda bu gök
olaylarının gerçekleşeceğini bildirmektedir. Aynı Peygamberimiz (sav)'in
bildirdiği gibi Hicri 1400'ler içinde iki yıl üstüste Ramazan ayında 15 gün
arayla Güneş ve Ay tutulmaları gerçekleşmiştir. Bu tutulmalar 1981 ve 1982
yıllarında meydana gelmiştir.
*Bu
tespitlere uygun olarak, 1981 yılında (Hicri 1401'de) Ramazan Ayı'nın 15. günü
Ay, 29. günü de Güneş tutulmuştur.
*Yine
"ikinci olarak", 1982 yılında (Hicri 1402'de) Ramazan Ayı'nın 14.
günü Ay, 28. günü de Güneş tutulmuştur.
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Afganistan işgal edilmemiştir.
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Afganistan işgal edilmemiştir.
Oysa
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde; "Talikan'a (Afganistan'a) yazık
oldu" 9 diye bildirerek Hz. Mehdi (as)'ın zuhur edeceği
dönemde bu ülkenin işgal edileceğine dikkat çekmiştir. Gerçekten de Hicri 1400
(Miladi 1979) yılında Afganistan topraklarına Sovyet birliklerince bir işgal
gerçekleştirilmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Azerbaycan işgal edilmemiştir.
Oysa
Peygamberimiz (sav) ahir zamanda "Azerbaycan'dan mutlaka bir ateş
çıkacağını" 10 bildirmiştir. Gerçekten de 1990 yılında
Dağlık Karabağ üzerinde hak iddia eden Ermenilerce Azerbaycan'a bir işgal
gerçekleştirilmiş ve birçok Azeri Müslüman kardeşimiz şehit edilmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Lulin ve Halley kuyruklu yıldızları ard
arda Dünya'nın yakınından geçmemişlerdir.
Halley
kuyruklu yıldızı 11 1986 yılında Dünya'nın yakınından
geçmiştir. Bu geçişi 76 yılda bir olan bir geçiştir. Kuyruklu yıldızın bu son
geçişi tarih olarak hicri 1400'lere denk gelmiştir.
Rabbani
Hazretleri Mektubat'ında, Peygamberimiz (sav)'in hadisinde haber verdiği ve
ahir zamanda zuhur edecek olan iki başlı, Batıdan doğuya doğru (diğer kuyruklu
yıldızların hareket yönünün tersi yönde hareket eden) bir kuyruklu yıldızdan
bahsetmektedir.12 Bu yıldız 2009 yılında dünyanın yakınından geçmiş
olan Lulin kuyruklu yıldızı'dır. Bilim adamları bu yıldızın bir daha ancak 1000
yıl sonra dünyanın yakınından geçebileceğini söylemektedirler.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Şam ve Mısır melikleri
öldürülmemişlerdir.13
Oysa
tam hadislerde bildirildiği gibi Hicri 1400'ün hemen öncesinde Mısır ve Şam
emirleri ardı ardına suikastler sonucu öldürülmüşlerdir. Bu olaylardan bazıları
şöyledir:
-
1920'de Suriye'nin eski Cumhurbaşkanı Salah Al-Deen Beetar,
- 1921'de Suriye Başbakanı Droubi Paşa,
- 1949'da Suriye Başbakanı Muhsin al-Barazi,
- 1951'de Ürdün Kralı Abdullah
- 1982'de bombalı suikaste uğrayan Lübnan'da Falanjist Lideri Beşir Cemayel.
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Mısırlıların esir alınması gibi bir durum söz konusu olmamıştır. 14
- 1921'de Suriye Başbakanı Droubi Paşa,
- 1949'da Suriye Başbakanı Muhsin al-Barazi,
- 1951'de Ürdün Kralı Abdullah
- 1982'de bombalı suikaste uğrayan Lübnan'da Falanjist Lideri Beşir Cemayel.
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Mısırlıların esir alınması gibi bir durum söz konusu olmamıştır. 14
Oysa
26 Ekim 1956 yılında İsrail Mısır'a saldırdı ve Sina Yarımadası'nı işgal etti.
Ardından yine İsrail Mısır arasında 6 Gün Savaşı yapıldı. Bugün hala Batı
Şeria, Golan Tepeleri ve Kudüs İsrail işgali altındadır. Bu savaşlar sırasında
oldukça fazla sayıda Mısırlı İsrail askerleri tarafından esir alındı ya da
şehit edildi.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde tozlu dumanlı karanlık bir fitne 15 gerçekleşmemiştir.
Oysa
11 Eylül 2001 tarihinde ABD'nin New York ve Washington eyaletlerinde meydana
gelen dünya tarihinin en büyük terör saldırısı bu hadisle büyük bir uyum
göstermektedir. bu olayların ardından çok büyük bir toz ve duman bulutu çevreyi
sarıp kuşatmıştır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde dünya çapında yaygın katliamlar
yaşanmamıştır. 16
Oysa
20. yüzyılda sırf 1. ve 2. Dünya savaşlarında bile yaklaşık 250 milyon kişi
hayatını kaybetmiştir. 20. yüzyılda gelişen silah teknolojisi ve buna bağlı
olarak gelişen savaş stratejileri sonucu katliamlar, işgaller ve savaşlar büyük
can kayıplarına neden olmuştur. Filistin'de, Ruanda'da, Bosna-Hersek'de,
Çeçenistan'da, Doğu Türkistan'da Irak'da ve dünyanın başka birçok yerinde büyük
kayıplar yaşanmıştır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Müslümanlarla Museviler savaşmamışlardır. 17
Oysa
Müslümanlar ve Museviler arasındaki anlaşmazlıklar 20. yüzyılın başlarından
günümüze kadar çatışmalar ve savaşlar şeklinde devam edegelmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde dünyada Allah'ın açıkça inkar edilmesi
gibi bir durum söz konusu olmamıştır. 18
Oysa
haşa Allah'ı inkar etme sapkınlığı olan ateizm, 19. yüzyılın sonundan itibaren
yaygınlaşmıştır. Materyalizm ve Darwinizm'in yaygınlaşmasıyla kendilerine
felsefi ve sözde bilimsel dayanak buldukları yanılgısına kapılan ateistlerin
sayısı 20. yüzyılda artmıştır. Hz. Mehdi (as) döneminde ateizm, materyalizm,
Darwinizm ve komünizm gibi sapkın inanç sistemleri fikren yok edilecek. Kuran
ahlakı ve Peygamberimiz (sav)'in sünneti seniyyesi tüm dünya insanları üzerinde
hakim olacaktır. Rabbani Hazretleri döneminde ne böyle bir inkar sistemi
dünyaya hakim oldu ne de Hz. Mehdi (as) tarafından bu sistemlerin fikren yok
edilip din ahlakının hakimiyeti gibi bir durum söz konusu oldu.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Müslümanlar birbirleriyle
savaşmamışlardır. 19
Oysa
Hicri 1400'ün başlarından itibaren bazı müslüman ülkeler arasında savaşlar baş
göstermiştir. İran-Irak Savaşı, Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesi bu hadisin hicri
1400'den sonra tahakkuk ettiğini göstermektedir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde dünyada büyük bir anarşi ve kargaşa
yaşanmamıştır. 20
Oysa
Hz. Mehdi (as)'ın zuhur ettiği geçtiğimiz 20. yy, dünyada anarşi ve terörün
atağa kalktığı büyük katliam ve savaşların yaşandığı, anarşi ve kargaşanın en
yüksek noktaya ulaştığı bir yüzyıl olmuştur.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde "bir ordunun çölde kaybolması" 21 gibi
bir durum söz konusu olmamıştır.
Oysa
2003 yılında gerçekleşen Irak işgali sırasında Irak ordusunun 15.000 kişilik
Fedailer adlı askeri birliği kaybolmuştur.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Iraklıların parasının bitmesi, para
birimlerinin tedavülden kaldırılması gibi bir durum söz konusu olmamıştır. 22
Oysa 2003 yılında gerçekleşen Irak işgali sırasında Irak Dinarının tedavülden kaldırılması söz konusu olmuş, Irak Dinarı hızla değer kaybetmiştir.
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Bağdat'ın alevler içinde kalması gibi bir durum söz konusu olmamıştır. 23
Oysa 2003 yılında gerçekleşen Irak işgali sırasında Irak Dinarının tedavülden kaldırılması söz konusu olmuş, Irak Dinarı hızla değer kaybetmiştir.
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Bağdat'ın alevler içinde kalması gibi bir durum söz konusu olmamıştır. 23
Oysa
2003 Irak işgali sırasında ilk günden itibaren Bağdat en yoğun bombardımana
tutulan şehir olmuş ve hadis tezahür etmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Irak'ın yeniden yapılanması gibi bir
durum olmamıştır. 24
Oysa
2003 işgali ardından harabeye dönen Irak, günümüzde büyük bir hızla yeniden
yapılandırılmaya başlanmıştır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde yüksek binalar inşa edilmemiştir. 25
Oysa
içinde yaşadığımız hicri 1400'ler çok yüksek gökdelenlerin, binaların inşa
edildiği bir yüzyıldır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde insanların kamçısının ucuyla konuşmamış
yani telefon henüz icat edilmemiştir. 26
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde çöller yeşertilmemiş, kurak topraklarda
tarımsal islah çalışmaları henüz hayata geçirilmemiştir.
Peygamberimiz
(sav) hadisinde; "Arabistan'da da nehirler ve bahçeler oluşmadıkça kıyamet
kopmaz." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17/22, hadis no: 8819) şeklinde
bildirerek çöl topraklarında tarımsal islah çalışmaları yapılacağını haber
vermiştir. Oysa bugün Arabistan'ın çöl topraklarına suyun ulaştırılmasıyla en
kurak topraklarda bile tarımsal üretim yapılmaktadır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde kişinin kendi sesi kendisiyle konuşmamış
yani ses kayıt aletleri henüz icat edilmemiştir. 27
Bu
teknolojik çalışmalarda özellikle 20. yüzyılda dikkat çekici gelişmeler
yaşanmaya başlanmıştır.
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde büyük şehirlerin yok olmasına neden olan büyük olaylar, savaşlar meydana gelmemiştir. 28
• İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde büyük şehirlerin yok olmasına neden olan büyük olaylar, savaşlar meydana gelmemiştir. 28
Ancak
gerek 1. ve 2. Dünya Savaşları gerekse son yıllarda meydana gelen büyük
depremlerle birçok mega şehir yerle bir olmuştur. Hiroşima ve Nagasaki
şehirleri atılan atom bombalarıyla yaşanamaz bir hale gelmiştir.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde Peygamberimiz (sav)'in hadisinde bazı
önemli detaylarıyla dikkat çektiği büyük bir olay meydana gelmemiştir.29
Oysa
Peygamberimiz (sav)'in hadiste verdiği bu detaylar hicri 1400'ün hemen
öncesinde meydana gelen 1 Mayıs 1977 yılındaki 1 Mayıs Taksim olaylarıyla son
derece benzerlikler taşımaktadır.
•
İmam Rabbani Hazretleri'nin döneminde kuraklığın ardından yoğun yağmurlar
yağmamıştır. 30
Oysa
Peygamberimiz (sav) ahir zamanda özellikle Lulin Kuyruklu yıldızının geçişinin
ardından gerçekleşecek yoğun yağmurlara dikkat çekmiştir. Gerçekten de 24 Şubat
2009 tarihinde Lulin kuyruklu yıldızının geçişinin hemen ardından Mart ayı
itibariyle özellikle Türkiye'de yoğun bir yağış söz konusu olmuştur. Türkiye
toprakları için kuraklıktan ve yağış azlığından yakınılırken bazı kesimlerde
halk yağışlar nedeniyle evlerinden tahliye edilmek zorunda kalmıştır. Örneğin
Dim Barajı'nın kapakları aşırı yağış nedeniyle kırılmıştır.
Saydığımız
tüm bu alametler Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda zuhur edeceği
bildirilen Hz. Mehdi (as)'ın alametlerinin sadece bir kısmıdır. Ancak sırf bu
alametler bile Hz. Mehdi (as)'ın Rabbani Hazretleri döneminde kesinlikle zuhur
etmediğinin bir göstergesidir. İmam Rabbani içinde yaşadığı hicri yüzyılın ilk
18 yılına kadar ve sonrasında tecelli etmeyen bu alametlerden dolayı Hz. Mehdi
(as)'ın kendi yüzyılında çıkmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Oysa
içinde yaşadığımız hicri 1400'ün ilk günü itibariyle bu alametler bir bir
çıkmaya başlamıştır. Bu durum Hz. Mehdi (as)'ın bu yüzyıl itibariyle zuhur
ettiğinin Allah'ın izniyle kesin ve net bir göstergesidir.
Kaynaklar:
1- Hüseyin b. Ali (RA) dan şöyle rivayet olunmuştur:
"Gökyüzünde doğu cihetinden, geceyi aydınlatan büyük bir ateş gördüğünüz vakit, işte o an, Hz. Mehdi (as)'ın geliş vaktidir." mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar
2- Şevval ayında ayaklanma Zilkade'de harb konuşmaları, Zilhicce'de ise harb vaki olacak. (Kıyamet Alametleri, s. 166)
3- Yemin ederim ki bir ateş sizi saracaktır. O ateş bugün Berehut denilen vadide sönük vaziyettedir. O ateş içinde müthiş azap olduğu halde insanları kaplar. O ateş insanları, malları yakıp bitirir. Sekiz gün içinde rüzgar ile bulut gibi uçarak dünyanın her tarafına yayılır. Geceki sıcağı gündüz ki hararetinden daha şiddetlidir. O ateş insanların başının üzerinden arşın altına kadar yaklaşarak yeryüzü ile gökyüzü arasında gökgürültüsü gibi korkunç gürültüsü olur, buyurdu. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 461)
4- Fırat Nehri'nin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın. ( Riyazü's Salihin, 3/332)
5- "Fırat nehri'nin suları çekilerek altından bir dağ ortaya çıkacak, İnsanlar bunu almak için vuruşacak ve HER YÜZ KİŞİDEN, sadece BİRİ hayatta kalacak. Bu zaman gelinceye kadar kıyamet kopmaz." (Müslim, Fiten, 29)
6- "Fırat ile Dicle arasında Zevra (Bağdat) denen bir şehir olacak. Orada büyük bir savaş olacak. Kadınlar esir edilecek, erkekler ise, koyun kesilir gibi boğazlanacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, sf. 38, El Muttaki)
7- Şevval'de savaş naraları, Zilhicce'de harb ve kıtal (muharebe, kavga) olur, yine Zilhicce'de Hacı talana uğrar, hatta caddeler kandan geçilmez ve haramlar çiğnenir. Beyt-ül Muazzama'ın yanında büyük günahlar işlenir. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 37)
8- Ramazan'ın birinci gecesi Ay, ortasında Güneş tutulacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 199)
Mehdi için 2 alamet vardır ki...Bunun birincisi, Ramazan'ın birinci gecesi Ay'ın ikincisi de ortasında Güneş'in tutulmasıdır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 47)
Ramazan'da iki defa Ay tutulması olacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 53)
Mehdi'nin çıkmasından önce bir Ramazan içinde Güneş iki defa tutulacaktır. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 440)
9- Talikan'a (Afganistan'a) yazık oldu. Şüphesiz Allah Teala'nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır. '' (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59)
10- ...Ebu Basîr der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: Babam bana şöyle buyurdu: AZERBAYCAN'DAN MUTLAKA BİR ATEŞ ÇIKACAKTIR. VE HİÇBİR ŞEY ONUN KARŞISINDA DURAMAYACAK. BÖYLE BİR ŞEY OLUNCA EVİNİZDE OTURUN. Biz ne yaparsak siz de onu yapın. (Yani biz evde otururken siz de oturun). Ve bizim kıyam edenimiz (Hz. Mehdi (as)) hareket ettiğinde süratle ve hiç durmadan ona doğru koşun...(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 311)
11- O gelmeden önce, doğudan ışık veren bir kuyruklu yıldız görünecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 53)
12- Mükerrer olarak, ŞARK CANİBİNDEN DOĞAN AMUD-U NURANİDEN (nurlu sütundan) sormaktasınız. Bilesin ki, Ashabın verdiği habere göre, Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Vaad edilen Mehdi (as)'nin zuhur mukaddimeleri olan Abbasi Melik Horasan'a vardığı zaman, ŞARK TARAFINDA İKİ DİŞLİ (1) MÜNEVVER (2) BİR BOYNUZ (3) ÇIKAR."
13- Ondan önce Şam ve Mısır melikleri (hükümdar, memleket sahibi) öldürülecektir...(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)
14- "Şam ehli, Mısırlı kabileleri esir alacaklardır." (El Kavl-ul Muhtasar Fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)
15- Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)
16- Mehdi'den önce, yaygın katliamların vuku bulacağı büyük bir fitne görülecektir.(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37
17- Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyamet kopmaz... (Müslim, Tirmizi)
18- Allah apaçık inkar edilir hale gelmedikçe kıyamet kopmaz. (Kitabül Burhan Fi Alametil Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 27)
19- İki büyük İslam ordusu birbirleriyle harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 454, no.831)
Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat dâvaları birdir." (Buhari, Fiten: 24, Menakıb: 25, İstitabe: 8; Müslim, İman: 248, Fiten: 17)
20- Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır. (Suyuti, Cami'üs Sagir, 3/211)
21- Mehdi'nin beş alameti bulunur. Bunlar Süfyani, Yemani, semadan bir sayha (çağrı, nara), Beyda'da bir ordunun batışı ve günahsız insanların öldürülmesidir. (Naim Bin Hammad)
22- "Iraklıların elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış-veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 45)
23- Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir... (Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, Cilt 3, sf. 177)
24- ... Irak'a saldırmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Irak'taki masum insanlar Şam'a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak da yeniden yapılanır.(Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 254)
25- Yüksek yüksek binalar inşa edilmedikçe. kıyamet kopmaz. (Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, s. 468)
Binaların gökdelenler haline gelmesi... (Kıyamet Alametleri, s. 146)
26- Kişiye kamçısının ucu konuşmadıkça. kıyamet kopmaz. (Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, s.471)
27- Kişiye (kendi) sesi konuşmadıkça. kıyamet kopmaz. (Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, s.471)
28- "Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi helak olur." (Kitabül Burhan Fi Alametil Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 38)
29- "Hz. Mehdi (as) çıkmadan önce medinede simsiyah taşların bile kan içinde kaybolacağı büyük bir vak'a olacaktır. Bu olayda bir kadının öldürülmesi bir kamçının sallanması kadar kolay olacaktır. Ve bu olay 2 km kadar yayılacaktır. " (EI-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-iI Muntazar, 41)
30- Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunda çift kuyruklu bir kuyruklu yıldız çıkacak ve öyle parlak olacak ki, dolunay gibi parlayacak. Bu yıldızın çıkışından sonra öyle çok yağmur yağacak ki, büyük hasar olacak. Fakat halk bu yağmurları sevinçle karşılayacak. Çünkü bundan önceki 3 yılda hiç yağmur yağmamış olacak. (Murtaza Lakha, R &K Tyrell Basımevi, Londra, 1993)
1- Hüseyin b. Ali (RA) dan şöyle rivayet olunmuştur:
"Gökyüzünde doğu cihetinden, geceyi aydınlatan büyük bir ateş gördüğünüz vakit, işte o an, Hz. Mehdi (as)'ın geliş vaktidir." mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar
2- Şevval ayında ayaklanma Zilkade'de harb konuşmaları, Zilhicce'de ise harb vaki olacak. (Kıyamet Alametleri, s. 166)
3- Yemin ederim ki bir ateş sizi saracaktır. O ateş bugün Berehut denilen vadide sönük vaziyettedir. O ateş içinde müthiş azap olduğu halde insanları kaplar. O ateş insanları, malları yakıp bitirir. Sekiz gün içinde rüzgar ile bulut gibi uçarak dünyanın her tarafına yayılır. Geceki sıcağı gündüz ki hararetinden daha şiddetlidir. O ateş insanların başının üzerinden arşın altına kadar yaklaşarak yeryüzü ile gökyüzü arasında gökgürültüsü gibi korkunç gürültüsü olur, buyurdu. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 461)
4- Fırat Nehri'nin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın. ( Riyazü's Salihin, 3/332)
5- "Fırat nehri'nin suları çekilerek altından bir dağ ortaya çıkacak, İnsanlar bunu almak için vuruşacak ve HER YÜZ KİŞİDEN, sadece BİRİ hayatta kalacak. Bu zaman gelinceye kadar kıyamet kopmaz." (Müslim, Fiten, 29)
6- "Fırat ile Dicle arasında Zevra (Bağdat) denen bir şehir olacak. Orada büyük bir savaş olacak. Kadınlar esir edilecek, erkekler ise, koyun kesilir gibi boğazlanacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, sf. 38, El Muttaki)
7- Şevval'de savaş naraları, Zilhicce'de harb ve kıtal (muharebe, kavga) olur, yine Zilhicce'de Hacı talana uğrar, hatta caddeler kandan geçilmez ve haramlar çiğnenir. Beyt-ül Muazzama'ın yanında büyük günahlar işlenir. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 37)
8- Ramazan'ın birinci gecesi Ay, ortasında Güneş tutulacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 199)
Mehdi için 2 alamet vardır ki...Bunun birincisi, Ramazan'ın birinci gecesi Ay'ın ikincisi de ortasında Güneş'in tutulmasıdır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 47)
Ramazan'da iki defa Ay tutulması olacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 53)
Mehdi'nin çıkmasından önce bir Ramazan içinde Güneş iki defa tutulacaktır. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 440)
9- Talikan'a (Afganistan'a) yazık oldu. Şüphesiz Allah Teala'nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır. '' (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59)
10- ...Ebu Basîr der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: Babam bana şöyle buyurdu: AZERBAYCAN'DAN MUTLAKA BİR ATEŞ ÇIKACAKTIR. VE HİÇBİR ŞEY ONUN KARŞISINDA DURAMAYACAK. BÖYLE BİR ŞEY OLUNCA EVİNİZDE OTURUN. Biz ne yaparsak siz de onu yapın. (Yani biz evde otururken siz de oturun). Ve bizim kıyam edenimiz (Hz. Mehdi (as)) hareket ettiğinde süratle ve hiç durmadan ona doğru koşun...(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 311)
11- O gelmeden önce, doğudan ışık veren bir kuyruklu yıldız görünecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 53)
12- Mükerrer olarak, ŞARK CANİBİNDEN DOĞAN AMUD-U NURANİDEN (nurlu sütundan) sormaktasınız. Bilesin ki, Ashabın verdiği habere göre, Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Vaad edilen Mehdi (as)'nin zuhur mukaddimeleri olan Abbasi Melik Horasan'a vardığı zaman, ŞARK TARAFINDA İKİ DİŞLİ (1) MÜNEVVER (2) BİR BOYNUZ (3) ÇIKAR."
13- Ondan önce Şam ve Mısır melikleri (hükümdar, memleket sahibi) öldürülecektir...(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)
14- "Şam ehli, Mısırlı kabileleri esir alacaklardır." (El Kavl-ul Muhtasar Fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)
15- Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)
16- Mehdi'den önce, yaygın katliamların vuku bulacağı büyük bir fitne görülecektir.(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37
17- Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyamet kopmaz... (Müslim, Tirmizi)
18- Allah apaçık inkar edilir hale gelmedikçe kıyamet kopmaz. (Kitabül Burhan Fi Alametil Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 27)
19- İki büyük İslam ordusu birbirleriyle harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 454, no.831)
Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat dâvaları birdir." (Buhari, Fiten: 24, Menakıb: 25, İstitabe: 8; Müslim, İman: 248, Fiten: 17)
20- Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır. (Suyuti, Cami'üs Sagir, 3/211)
21- Mehdi'nin beş alameti bulunur. Bunlar Süfyani, Yemani, semadan bir sayha (çağrı, nara), Beyda'da bir ordunun batışı ve günahsız insanların öldürülmesidir. (Naim Bin Hammad)
22- "Iraklıların elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış-veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 45)
23- Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir... (Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, Cilt 3, sf. 177)
24- ... Irak'a saldırmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Irak'taki masum insanlar Şam'a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak da yeniden yapılanır.(Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 254)
25- Yüksek yüksek binalar inşa edilmedikçe. kıyamet kopmaz. (Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, s. 468)
Binaların gökdelenler haline gelmesi... (Kıyamet Alametleri, s. 146)
26- Kişiye kamçısının ucu konuşmadıkça. kıyamet kopmaz. (Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, s.471)
27- Kişiye (kendi) sesi konuşmadıkça. kıyamet kopmaz. (Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, s.471)
28- "Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi helak olur." (Kitabül Burhan Fi Alametil Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 38)
29- "Hz. Mehdi (as) çıkmadan önce medinede simsiyah taşların bile kan içinde kaybolacağı büyük bir vak'a olacaktır. Bu olayda bir kadının öldürülmesi bir kamçının sallanması kadar kolay olacaktır. Ve bu olay 2 km kadar yayılacaktır. " (EI-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-iI Muntazar, 41)
30- Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunda çift kuyruklu bir kuyruklu yıldız çıkacak ve öyle parlak olacak ki, dolunay gibi parlayacak. Bu yıldızın çıkışından sonra öyle çok yağmur yağacak ki, büyük hasar olacak. Fakat halk bu yağmurları sevinçle karşılayacak. Çünkü bundan önceki 3 yılda hiç yağmur yağmamış olacak. (Murtaza Lakha, R &K Tyrell Basımevi, Londra, 1993)
HZ. MEHDİ (AS),
İMAM RABBANİ HAZRETLERİNİN VEFATINDAN SONRA DEĞİL PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)'İN
VEFATINDAN 1000 YIL SONRA BEKLENMEKTEDİR
İmam
Rabbani Hazretleri Mektubat-ı Rabbani isimli eserinde 261. Mektup'ta Hz. Mehdi
(as)'ın, PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)'İN VEFATINDAN 1000 (BİN) SENE
GEÇTİKTEN SONRA, "bin ile ikinci bin yıl arasında" geleceğini
bildirmektedir:
(İmam-ı
Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 1. cilt, 261. Mektup, s. 628)
Burada
İmam Rabbani çok açık ve sarih bir şekilde KENDİ VEFATINDAN SONRA
DEĞİL, PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)'İN İRTİHALİNDEN YANİ VEFATINDAN SONRA demektedir.
Bu ifade önemlidir, çünkü bazı insanlar İmam Rabbani Hazretleri'nin hiçbir
yoruma mahal bırakmayacak kadar net olan ""YANİ RESULULLAH
EFENDİMİZN İRTİHALİNDEN (VEFAT ETMESİNDEN) İTİBAREN" ifadesini
"İmam Rabbani'nin vefatından sonra" şeklinde YANLIŞ
YORUMLAMAKTADIRLAR.
Hz.
Mehdi (as)'ın zuhurundan rahatsız olan söz konusu kimseler kendilerince Hz.
Mehdi (as)'ın çıkışını mümkün mertebe ileriki yıllara ertelemeye çalışmakta ve
bu şekilde de kendi akıllarınca 500-600 sene kazanmaya çalışmaktadırlar.
Oysa
ki İMAM RABBANİ HAZRETLERİ'NİN YUKARIDAKİ İZAHLARINA GÖRE, İNŞAALLAH HZ. İSA
(AS) VE HZ. MEHDİ (AS), BU BİN İLE İKİNCİ BİN YIL ARASINDA GELECEKLERDİR.
MEHDİYET,
GİZLENMESİ DEĞİL; MÜJDELENMESİ GEREKEN BİR KONUDUR
Hz.
Mehdi (as)'dan bahsedilmesi, Hz. Mehdi (as)'ın çıkış alametlerindendir
Hicri
13. yüzyılın müceddidi Bediüzzaman eserlerinde, Hz. Mehdi (as)'ın gelişi ve
İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılması konusunda tüm Müslümanlara yol
gösterici nitelikte önemli açıklamalarda bulunmuştur. Ancak kimi çevreler
tarafından, Bediüzzaman'ın eserlerinde- geniş yer verdiği "Mehdiyet
konusundan aleni şekilde bahsedilmesinin pek çok açıdan yanlış ve sakıncalı
olacağı" dile getirilmektedir.
Oysa
ki "Mehdiyet meselesi gizlenmesi, örtbas edilmesi değil;
müjdelenmesi gereken bir konudur". Hz. Mehdi (as)'ın gelişi bizzat
Peygamberimiz (sav) tarafından müjdelenmiştir ve Peygamberimiz (sav)'in bu
konuda mütevatir olarak kabul edilen çok sayıda hadisi vardır. Peygamberimiz
(sav) bir hadisinde "Hz. Mehdİ İle müjdelenİn. O
Kureyş'ten ve Ehl-i Beyt'imden bir kişidir." (Kitab-ul Burhan
Fi Alamet-il Ahir zaman, s.13) sözleriyle, bu konunun Müslümanlar için bir
müjde olduğunu bildirmiştir. Bir başka hadisinde ise Peygamberimiz (sav) "Hz.
Mehdi (as) zuhur eder, herkes sadece Ondan konuŞur, onun sevgisini
içer ve Ondan baŞka bİr Şeyden bahsetmezler." (Kitab-ül
Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 33) sözleriyle Hz. Mehdi
(as)'ın ortaya çıkacağı dönemde herkesin bu mübarek şahıstan bahsedeceğini
haber vermiştir. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği bu hadisler günümüzde
gerçekleşmeye başlamıştır ve herkes Hz. Mehdi (as)'dan bahsetmektedir.
Bediüzzaman
da eserlerinde bu konuya geniş yer vermiş, yüzlerce sayfa boyunca bu konuyu
detaylarıyla birlikte açıklamıştır. Çok açıktır ki eğer bu konunu gizlenmesi
gerektiğini ya da okunmasının gereksiz olduğunu düşünseydi, bu husustaki
açıklamalarını risalelere koymazdı. Nitekim sakıncalı bir konu olduğunda
Bediüzzaman eserlerinde bunun "mahrem" olduğunu
ve yayınlanmaması gerektiği için risalelere konmadığını çeşitli yerlerde ifade
etmiştir. Bediüzzaman'ın bu açıklamalarından biri şöyledir:
Risaleler
ise, o gibi risalelere mahrem demişiz... neşrini men'etmişiz... (Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme
Müdafaları, s.187)
Bediüzzaman'ın
da söylediği gibi, gizli olan yayınlanmaz. Ancak Mehdiyet konusunda bunun tam
tersi bir durum söz konusudur. Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın gelişini yüzlerce
sayfa boyunca açıklayarak bu konuya aleniyet getirmiş ve bunun gizlenecek bir
mesele olmadığını açıkça ifade etmiştir. Nitekim yıllardır risalelerin
milyonlarca insan tarafından okunuyor olması da bu konunun gizli değil,
aleniyete dökülmüş bir konu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak Bediüzzaman'ın bu konuya bakış açısı son derece açık olduğu halde, bu yanlış düşünce, Bediüzzaman'ın sözlerine birtakım yanlış anlamlar yüklenerek desteklenmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla öne sürülen ve yanlış yorumlanan Bediüzzaman'ın sözlerinden biri şöyledir:
Ancak Bediüzzaman'ın bu konuya bakış açısı son derece açık olduğu halde, bu yanlış düşünce, Bediüzzaman'ın sözlerine birtakım yanlış anlamlar yüklenerek desteklenmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla öne sürülen ve yanlış yorumlanan Bediüzzaman'ın sözlerinden biri şöyledir:
Kardeşlerimin
ikinci iltibası (yanlışlığı): Fâni (geçici) ve çürütülebilir
bir şahsiyeti, bâzı cihetlerle (yönleriyle) birinci vazifede pişdarlık (öncülük) eden
Nur Şâkirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine
veriyorlar. Halbuki bu iki iltibas (yanlışlık,
karıştırma) da Risale-i Nurun hakikî ihlâsına ve
hiçbir şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına bir cihette (yönden) zarar
verdiği gibi, ehl-i siyaseti de (siyaset
ehlini de) evhama (kuruntuya, vehime, olmayan bir şeyi olur zannı ile
endişeye) düşürüp Risale-i Nur'un neşrine (yayınlanmasına, dağıtılmasına, duyurulmasına) zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevi zamanı olduğu
için, böyle büyük ve bâki (ebedi) hakikatlar, fâni (geçici) ve
âciz ve sukut edebilir (kusur
işleyebilen) şahsiyetlere bina edilmez. Elhâsıl (netice olarak): O gelecek zâtın ismini vermek, üç vazifesi birden
hâtıra geliyor, yanlış olur. Hem hiçbir şey'e âlet olmayan Nurdaki ihlâs
zedelenir, avâm-ı mü'minîn (ilmi
irfanı az olan müminlerin) nazarında
hakikatların kuvveti bir derece noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye (yakin derecesinde bilinenen, red ve inkar için itiraz
kabul edilemeyecek surette gerçekleri ispat eden kesin delil) dahi kazâyâ-yı makbûledeki (kabule mazhar olmuş hüküm ve iddia, itimad edilir
zatların söyledikleri ve bu itimada binaen kabul edilen) zann-ı galibe inkılâb eder (hakikate yakın kuvvetli kanaate dönüşür), daha muannid dalâlete (inatçı delile, işarete) ve mütemerrid zındıkaya (inatçı, dikbaşlı, kibirli dinsizliğe) tam galebesi (galibiyeti, üstünlüğü), mütehayyir (şaşkınlık
içerisindeki) ehl-i îmanda görünmemeye başlar; ehl-i
siyaset evhama (kuruntu
ve endişeye) ve bir kısım hocalar itiraza başlar.
Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip (uygun) görülmüyor. Belki müceddiddir, onun pişdarıdır (öncüsüdür), denilebilir. (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s.10)
Bediüzzaman'ın
bu sözünde anlattığı gerçekler çarpıtılmakta ve "Hz. Mehdi (as)
meselesinden alenen bahsedilmesinin son derece zararlı olacağını
söylediği" öne sürülmektedir. Oysa ki bu düşünce tümüyle yanlış bir yoruma
dayanmaktadır. Zira Bediüzzaman bu sözünde anlattıklarını kendi yaşadığı döneme
yönelik olarak açıklamıştır. Bediüzzaman talebelerinin kendisine Mehdilik
konusunda bir hüsnü zan beslediklerini ancak bunun, "karıştırmadan
kaynaklanan bir yanlışlık olduğunu" dile getirmektedir. Bu
sebeple de kendisi için, "bu şekilde söylemeyin; böyle bir
Mehdilik iddiasında bulunmayın" demektedir. Ancak dikkat edilirse
Bediüzzaman burada "Mehdilik konusundan bahsetmenin değil; 'yanlış
bir kanaate dayalı olduğu için kendisine yönelik olarak Hz. Mehdi (as)
iddiasında bulunulmasının' sakıncalı ve zararlı olacağından"
bahsetmektedir. O dönem için Bediüzzaman'a yönelik böyle yanlış bir
düşüncenin gündeme getirilmesinin ihlası zedeleyebileceğini, bazı siyasilerin
tedirginliğine neden olabileceğini, Risale-i Nur'un neşredilmesine zarar
verebileceğini ve Risale-i Nur'un inkar edenlere karşı elde edeceği
galibiyetinin yarım kalacağını hatırlatmaktadır. Bediüzzaman böyle yanlış bir
hüsnü zanda bulunulmasının Mehdiyet konusunda yanlış bir "zannı
galip" (gerçeğe yakın kuvvetli kanaat) oluşmasına ve böylece iman ehlinin
yanlış yönlendirilmesine neden olacağını; bu şaşkınlık sonucunda da bunun,
Müslümanların gerçek Hz. Mehdi (as)'ı fark etmelerine engel olabileceğini
söylemektedir.
Bediüzzaman
ayrıca burada kullandığı ifadelerle, kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını da
pek çok kez açıkça belirtmiştir. Örneğin "ben Hz. Mehdi (as)'ın üç
görevini birden yerine getirdim" dememektedir. Dikkat edilirse kendisinin
"yalnızca Hz. Mehdi (as)'ın birinci vazifesi olan iman hakikatleri
konusunda Hz. Mehdi (as)'ye sadece öncülük ettiğini ve bunu da yalnızca bazı
cihetlerde (yönlerde) yerine getirdiğini" ifade etmektedir. "O
gelecek zatın ismini vermek... yanlış olur" sözleriyle "bu
ismin Hz. Mehdi (as) olmadığı halde kendisine verilmesinin yanlış olacağını ve
ihlasa zarar vereceğini; bu nedenle Hz. Mehdi (as) isminin kendisine değil, o
gelecek zata verilmesini" belirtmektedir. Kendisi için ise "belki
müceddid ve Hz. Mehdi (as)'ın pişdarı yani öncüsüdür diyebilirsiniz"
demektedir.
Tüm
bunların yanı sıra Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (as)'ın çıkışı ile ilgili olarak
verdiği tarih bilindiği gibi 2011 yılıdır. Böylesine önemli bir olayın
gerçekleşmesine bu kadar az bir süre kala, bu konudan hala bahsedilmemesi ve
gizli tutulacak olması elbette ki söz konusu değildir.
Bediüzzaman'ın
sözleri son derece açıktır. Bediüzzaman risalelerin "avamdan
havassa (ilmi az olan sıradan bir insandan, Kurani ve manevi sırlara
ve hususlara vakıf bulunan, ilim, ibadet ve takva yolunda yükselmiş
Evliyaullah'a) ya da bir ortaokul talebesinden bir filozofa kadar
okuyan herkesin kolaylıkla anlayabileceği" (Kastamonu
Lahikası, s. 70) (Şualar, s. 549) eserler olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın
bu konudaki sözlerinden bazıları şöyledir:
... Risale-i Nur bu vazifeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve
nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i
Kur'aniye (Kuran hakikatleri) ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet
kuvvetli bürhanlar (deliller) ile ispat eder. (Şualar, sf. 748)
... Risâle-i Nur'u kadın, erkek, memur ve esnaf, âlim ve feylesof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor... (Şualar, sf. 549)
... Risâle-i Nur'u kadın, erkek, memur ve esnaf, âlim ve feylesof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor... (Şualar, sf. 549)
Buna
rağmen Risaleleri yalnızca özel sırlara vakıf, özel tefsir gücü olan ve özel
yeteneklere sahip bazı özel kişilerin anlayabileceğini öne sürerek,
Bediüzzaman'ın sözlerine apaçık anlamından farklı yorumlar getirmek son derece
yanlıştır. Bu durumda isteyen herkes Bediüzzaman'ın sözlerinden kendi bakış
açısına göre yeni yanlış çıkarımlarda bulunabilecektir. Bu şekilde Risaleler
de, Bediüzzaman'ın gerçek sözlerini değil, bu sözleri kendi bilgi ve anlayışı
içerisinde tefsir eden kişilerin düşüncelerini yansıtan eserlere dönüşecektir.
Böyle bir tefsir mantığının Bediüzzaman'ın veciz ve samimi bir dille kaleme
aldığı Külliyatı üzerinde nasıl bir bozucu etki oluşturacağı dikkatle
değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Bediüzzaman,
kendisine Mehdilik konusunda hüsn-ü zan besleyenlere Hz. Mehdi (as) olmadığını
delilleriyle birlikte açıklamıştır
Yaşadığı
dönem içerisinde talebelerinden ve yakın çevresinden Bediüzzaman'a Hz. Mehdi
(as) olup olmadığı konusunda birtakım sorular yöneltilmiştir. Nitekim tarih
boyunca benzeri sorular Bediüzzaman'dan önce yaşamış olan müceddidlere de
yöneltilmiş, talebelerinden kendilerine Mehdilik iddiasıyla yaklaşanlar
olmuştur. Onlar da talebelerine, Mehdi olmadıklarını; Hz. Mehdi (as)'ın
özelliklerinin kendileriyle uyuşmadığını delilleriyle birlikte açıklamışlardır.
Hz. Mehdi (as)'ın ne zaman ve nerede çıkacağını, ne gibi özelliklere sahip
olacağını, ilmi mücadelesini, İslam ahlakını ne şekilde hakim kılacağını
detaylarıyla tarif etmişlerdir. "Ben Hz. Mehdi (as) değilim, çünkü Hz.
Mehdi (as) şu yaşında olacak, şuradan çıkacak, şu özelliklere sahip olacak,
seyyid olacak" gibi Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda
birtakım yorumlarda bulunmuşlardır.
Bediüzzaman'ın
da bu konudaki düşüncelerini soranlara iki türlü cevabı olmuştur;
1) Açıkça kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını belirtmiş
ve kendisine Mehdilik iddiasıyla yaklaşan kimselere "Hz. Mehdi
(as) olmadığını ve neden olamayacağını" eserlerinde yaptığı
sayfalar dolusu izahlarla açıklamıştır.
2) Kendisine Mehdilik iddiasıyla yaklaşanlara "hüsn-ü
zan eskiden beri cereyan ediyor, buna itiraz edilmez; bu nedenle ben de hüsn-ü
zan besleyenlere ilişmezdim" diyerek cevap vermiş ancak bu
kimselere de kendisine yöneltilen "Mehdilik iddiasını kabul
etmediğini" açıklamıştır.
1) Bediüzzaman "Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün
kardeşlerim şahadet ederler" (Şualar, s.365) demiş ve
bunu risalelerde yüzlerce sayfa boyunca delillendirmiştir:
Bir
konuda soru sorulduğunda Bediüzzaman'ın bu konuya ne cevap verdiği önemlidir ve
kendisi Hz. Mehdi (as) olmadığını açıkça söylemiştir. Bediüzzaman eserlerinde, "kendisinin
Hz. Mehdi (as) olmadığını" (Emirdağ Lâhikası, s. 266),
"Hz. Mehdi (as)'ın kendisinden bir yüz yıl sonra geleceğini"(Kastamonu
Lâhikası, s. 57), "kendisinin Hz. Mehdi (as)'ın bir eri,
neferi ve öncüsü olduğunu" (Barla Lâhikası, s. 162),
"eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi (as)'ye zemin
hazırladığını" (Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189) ,
"kendisinin ve Risale-i Nurlar'ın Hz. Mehdi (as) sanılmasının ise bir hata
ve karıştırma olduğunu" (Emirdağ Lahikası, s. 266) ifade
etmiştir.
"Hz.
Mehdi (as)'ın 'seyyid' olacağını" (Tenvir, Şualar, s. 365), "siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük
vazifeyi birarada yerine getireceğini"(Şualar, s.456) (Şualar, s. 590) (Emirdağ
Lahikası, s. 259-260),
"Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm Müslümanların manevi lideri
ünvanını taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), "tüm dünyaya barış ve adalet
getireceğini" (Emirdağ Lahikası, s. 259)
(Mektubat, s. 411-412),
"'Müceddid-i Ekber' yani 'en büyük müceddid' vasfını taşıyacağını" (Tılsımlar Mecmuası, s. 168), "İslam birliğini sağlayacağını"(Emirdağ Lahikası, s. 260), "tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in
soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını" (Emirdağ Lahikası, s. 260), "Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), "Hz. İsa'yla birlikte namaz kılacaklarını" (Şualar, s. 493),
"Kuran ahlakını tüm dünyaya yerleşik kılacağını ve tüm insanları doğru
yola sevk edeceğini" (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) ayrıntılı
olarak anlatmıştır.
Bediüzzaman
yaşadığı dönemde "tüm Müslümanları tek bir çatı altında toplayarak
İslam birliğini oluşturmamış; tüm inananların halifesi (manevi lideri) vasfını
taşımamıştır". "Tüm dünyaya adalet ve hakkaniyet getirmemiş",
"İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılmamıştır". "Müceddid-i
ekber ve Hakim vasıflarına sahip olmamış", "tüm İslam alimlerinin,
Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların
desteğini almamıştır."Hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu
uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir iman hizmeti
vermiştir. Yaşadığı yüzyılın müceddidi olarak üstlendiği görevi en şerefli
şekilde yerine getirmiştir. Ancak onun tebliği kuvvet ve hakimiyet içerisinde
değil, maddi ve manevi açıdan gayet zor şartlarda ve benzersiz sıkıntılar
içerisinde geçmiştir. Hakim konumunda olmamış; aksine baskı altına alınmış,
ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Sayıldığı
gibi geniş bir kesimin desteğini almamış; aksine çeşitli haksızlıklara uğramış,
eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar
altında sürdürmüştür. Yukarıda sayılan imkanların ve yerine getirilecek olan
sorumlulukların ise, kendisinden sonraki yüzyılın müceddidi olarak Hz. Mehdi
(as)'ye nasip olacağını bildirmiştir.
2)
Bediüzzaman Hz. Mehdi (as) olmadığını delilleriyle birlikte açıklamış,
ancak kendisine hüsn-ü zan besleyenlere ilişmediğini belirtmiştir:
Yaşadığı
dönem içerisinde, yakın çevresinden Bediüzzaman'a Mehdilik konusunda hüsn-ü zan
besleyenler olmuştur. Hatta Bediüzzaman talebelerinin bu yaklaşımlarını ifade
eden sözlerini risalelerin çeşitli bölümlerine eklemiştir. Ancak bilindiği gibi
bir konuda bir kişiye hüsn-ü zan beslenmesi, bu düşüncenin gerçeği yansıttığını
gösteren bir delil değildir. Nitekim Bediüzzaman da risalelerinde bunu dile
getirmiştir. "Kendisine hüsn-ü zan besleyen kimseler
olabileceğini; bunun eskiden beri olduğunu, buna itiraz edilemeyeceğini; ancak
gerçekte bunun bir karıştırma ve yanlışlık olduğunu" ifade
etmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıkladığı sözlerinden biri şöyledir:
...
Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Hz. Mehdi (as) telakki
ediyorlar (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevînin
de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin tesanüdünden (talebelerinin
dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir
nevi mümessili (temsilcisi) olan bîçare tercümanını
zannettiklerinden, bazan o ismi (Hz. Hz. Mehdi (as) ismini)ona da
veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas (karıştırma) ve bir sehivdir (hatadır,
yanılmadır), fakat onlar onda mes'ul (sorumlu) değiller.
Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de
o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur
talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu (yansıması) gördüğümden
onlara çok ilişmezdim.(Emirdağ Lahikası, s. 248)
Bediüzzaman
Risale-i Nur'un şahsı manevisinin ve bu eserlerin yazarı olarak kendisinin kimi
zaman Hz. Mehdi (as) olabileceğinin düşünüldüğünü, ancak bunun bir karıştırma
ve hata olduğunu belirtmiştir. Bu düşünceye sahip olan kimselerin iman
hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz.
Mehdi (as)'ın diğer iki vazifesi olan "İslam birliğinin
sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim
kılınmasının kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını" söylemiştir. Bundan
dolayı da Risale-i Nur'a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca
bir "zan"dan ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman
"Hz. Mehdi (as)'ın seyyid olacağını;kendisinin ise seyyid değil, Kürt
olduğunu" eserlerinde pek çok kez ifade etmiştir
Bediüzzaman
kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını açıkladığı delillerden birinde "Hz.
Mehdi (as)'ın seyyid olacağını ancak kendisinin seyyid olmadığını"ifade
etmiştir. Bediüzzaman'ın bu gerçeği açıkça dile getirdiği sözlerinden bazıları
şöyledir:
... Hem mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün
kardeşlerim şehadet ederler. Hatta Denizli'deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler)
eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek
dediklerine mukabil (karşılık), Said itiraznamesinde demiş ki: "ben
seyyid değilim Mehdi seyyid olacak" diye onları reddetmiş... (Şualar,
s. 365)
Ben, kendimi seyyid (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) bilemiyorum.
Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı Al-i
Beyt'ten (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır. (Emirdağ
Lahikası, s. 247-250)
Bediüzzaman
ayrıca eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in bir hadisini hatırlatmış; "seyyid
olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun
olmadığını" belirterek, bu konudaki sözünün kesin olarak doğru
olduğunu ifade etmiştir:
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim
diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları
gibi... hadis ve Kuran'da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu'dur (yasaklanmıştır).
(Muhakemat, s. 52)
Eğer
Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktur. Çünkü
Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak, saklanması gereken bir özellik
değildir; tam aksine Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dünya üzerinde
milyarlarca seyid vardır ve her biri de kendilerine sorulduğunda bu gerçeği
açıkça dile getirmektedirler. Dolayısıyla Bediüzzaman da eğer seyyid olsaydı
kendisine böyle bir soru sorulduğunda "Evet seyyidim, şerifim, ama
Hz. Mehdi (as) değilim" der; kendisinin Peygamberimiz (sav)'in
soyundan olduğunu ifade etmekten büyük onur duyardı. Çünkü "seyyid
olduğunu kabul etmesi Hz. Mehdi (as) olduğunu da kabul etmesini" gerektiren
bir konu değildir. Ancak buna rağmen seyyid olmadığını çok açık bir şekilde pek
çok kez belirtmiştir. Ayrıca Bediüzzaman risalelerde yine birçok kez "Kürt" olduğunu
ifade ederek bu gerçeği delillendirmiştir (Münazarat, s.84; Tarihçe-i
Hayat, s.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları, s.18). Aynı
şekilde eğer kendisinin Hz. Mehdi (as) olduğu yönünde bir kanaati olsaydı,
milyonlarca kişinin okuduğu eserlerinde buna taban tabana zıt yüzlerce sayfa
izah yapmaz; Hz. Mehdi (as)'ın özelliklerinin kendisiyle uyuşmadığını ve bu
mübarek zatın kendisinden sonraki dönemde geleceğini onlarca deliliyle birlikte
açıklamazdı.
Bunun
yanı sıra "her seyyid olan kişi, mutlaka Hz. Mehdi (as) olacak diye
bir durum da söz konusu değildir". Dünya üzerinde milyonlarca seyyid
olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Hz. Mehdi (as) olmasını
gerektirmediği için, seyyid olan her insan bu gerçeği rahatlıkla ve iftiharla
dile getirmektedir. Dahası Bediüzzaman "Benim bu konudaki tek
eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Hz. Mehdi (as) olurdum" da
dememiştir. Tam aksine "Hz. Mehdi (as)'ın tüm özelliklerini,
yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların kendi yaşadığı
dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir".
Hz.
Mehdi (as) karşıtı Deccaliyet ve Süfyaniyetin etkisi, Bediüzzaman hayattayken
günümüzdeki şiddeti ile yaşanmamıştır
Günümüzde
İslam ülkelerinin ve tüm dünya Müslümanlarının içerisinde bulunduğu durum, Hz.
Mehdi (as)'ın yerine getireceği vazifelerin Bediüzzaman'ın döneminde
gerçekleştirilmemiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Süfyaniyet ve
deccaliyetin etkisi, Müslüman ülkeler üzerinde tüm gücüyle hissedilmektedir.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde din hürriyeti gereği gibi yaşanamamaktadır.
Bediüzzaman hayatta iken ise, Müslümanların maruz kaldıkları zorluk, sıkıntı ve
eziyetler ise bu derece şiddetli değildi. Bu da Hz. Mehdi (as) gibi, süfyan ve
deccalin faaliyetlerinin de o dönemde henüz gerçekleşmemiş olduğunu
göstermektedir. Deccal ve süfyan ile mücadele ortamı oluşmadan Hz. Mehdi
(as)'ın vazifesini yerine getirebilmesinden bahsedebilmek ise hiçbir şekilde
söz konusu değildir.
Bunun
yanı sıra günümüzde tüm İslam alemi ve Müslümanlar kendi içlerinde
paramparçadır. Bediüzzaman yaşadığı dönemde tüm dünya Müslümanları üzerinde
birleştirici bir rol oynamamıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde tüm
Müslümanları birleştirici vasfını Hz. Mehdi (as)'ın taşıyacağı bildirilmektedir.
Bediüzzaman da Hz. Mehdi (as)'ın bu özelliğini şöyle bildirmektedir:
... o zât, bütün ehl-i imanın (iman edenlerin) manevî
yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle (İslam birliğinin
yardımlaşmasıyla) ve bütün ülema ve evliyanın (alimlerin ve
velilerin) ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden (Peygamberimiz (sav)'in
soyundan) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan
milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla (Peygamber soyundan gelen
fedakar kimselerin katılımlarıyla) o vazife-i uzmayı (büyük görevi) yapmağa
çalışır. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman
bu sözünde, Hz. Mehdi (as)'ın üçüncü görevini açıklamıştır. Buna göre, Hz.
Mehdi (as) Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde, insanların yeniden
din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam birliğini kuracak ve tüm
Müslümanların birleşerek ittifak halinde Hz. Mehdi (as)'ın bu görevdeki
yardımcıları olacağını bildirmiştir. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle
geniş çapta bir ittifak ve destek, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş
değildir. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi
yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi (as) ile birlikte oluşacak ve İslam
ahlakının tüm dünyaya hakim kılınmasında büyük rol oynayacaktır.
Bediüzzaman,
her konuda risalelerdeki açıklamalarının yeterli olduğunu söylemiştir
Bediüzzaman
"Bir Risale-i Nur talebesi olarak ben de bunlara uyuyorum" diyerek,
hayatta olduğu süre içerisinde eserlerinde yazdıklarının doğruluğunu defalarca
tasdik etmiştir. Risalelerin her biri, binlerce nüshası olan kitaplardır. Dolayısıyla
eserlerinde açıkça "Ben kendimi seyyid bilmiyorum" diyorsa, bazı
kişilerin "Bediüzzaman'ın bu açıklamaları doğru değildir; kendisi falanca
gün bizi çağırmış, hem şerif, hem seyyid hem de Hz. Mehdi (as)'ım
demiştir" demeleri Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'ne karşı çok galiz
bir hakaret, büyük bir zulüm ve iftira olur. Zira bu, Bediüzzaman gibi
değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın bu konuda yazdıklarının "yalan" olduğunu
iddia etmek anlamına gelir. Yüzlerce sayfa boyunca yazdıklarının aksine,
Bediüzzaman'ın "-yalnızca iki üç kişiye- tüm yazdıklarının yalan
olduğunu söylediği" şeklinde bir iddia, bu tür iddiaların sahiplerini
töhmet altında bırakır. "Bediüzzaman Hazretleri milyonlarca insanı
aldattı, yalan söyledi; fakat bu konun doğrusunu üç beş kişiye açıkladı" şeklinde
bir iddia hiçbir şekilde kabul edilemez.
Diğer
taraftan Bediüzzaman'ın kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını söylemesi için
sadece "ben Hz. Mehdi (as) değilim" demesi
yeterlidir. Böyle mübarek bir insanın "yüzlerce sayfa çok
kapsamlı ve detaylı yalan söylediğini; ümmeti aldattığını, bu yazılanların bir
aldatmaca olduğunu" iddia etmek bir hezeyandır. Sevgi adına da olsa
böyle ağır bir hakaret yapılamaz.
Bediüzzaman
gibi derin imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı
şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu
değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın vefatından yıllar sonra böyle bir iddia
ile ortaya çıkmak, her ne kadar iyilik adına, Bediüzzaman'ı sevme adına yapılmış
dahi olsa, Bediüzzaman adına çok büyük bir iftira olur. Onu yalancılıkla itham
eden ve yüzlerce sayfa ile ümmeti aldattığını iddia eden böyle bir yaklaşım ise
hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir davranıştır.
Bunun
yanı sıra, hiçbir delile dayanmayan bu iddianın destelenebilmesi için Hz. İsa
(as) ile ilgili de gerçek dışı birtakım iddialar öne sürülebilmektedir.
Bilindiği gibi Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi (as) döneminde
Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne geleceği bildirilmektedir. Hz. Mehdi
(as)'ın imamlığında Hz. İsa (as) ve
Hz. Mehdi (as) birlikte namaz kılacak, yedi sene yeryüzünde birlikte hüküm süreceklerdir. Ancak bu gelişmelerin hiçbiri Bediüzzaman hayatta iken gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman Hz. İsa (as) ile birlikte olmamıştır. Bu durum da çeşitli şekillerde tevil edilmeye
çalışılmakta; Hz. İsa (as)'ın yalnızca bir ruh olarak geleceği ya da
Bediüzzaman hayatta iken geldiği ve vefat edip gömüldüğü gibi asılsız fikirler
öne sürülmektedir. Oysa ki Bediüzzaman eserlerinde çok açık bir dille ve pek
çok kez Hz. İsa (as)'ın -cismi bedeniyle- "bir şahıs" olarak
yeryüzüne geleceğini ifade etmiştir. Hz. İsa (as)'ın "Hıristiyan
ruhanileriyle ittifak edeceğini, deccal ile mücadele ederek onu fikren etkisiz
hale getireceğini"belirtmiştir. Bu sözlerinden birinde Bediüzzaman Hz. İsa
(as)'ın bir şahsı manevi değil, bir şahıs olduğunu şöyle ifade etmektedir:
... âlem-i semavatta (gökler aleminde) CİSM-İ
BEŞERİSİYLE (insani cismiyle) bulunan ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM, o
din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına geçeceğini.... (Mektubat, sf. 60)
Bunun
yanı sıra Bediüzzaman, Hz. İsa (as)'ın deccal ile olan mücadelesini anlattığı
sözlerinde de bir şahsı manevi ile bir şahsı manevi arasında yaşanacak bir
konudan değil; Hz. İsa (as)'ın direk şahsıyla deccalin şahsına karşı yapacağı
bir mücadeleden bahsetmektedir:
... Elcevap: Hadîs-i sahihte (doğruluğu kesin olan
hadiste) rivayet edilen: "Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'ın geleceğini ve
Şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, deccalı öldüreceğini" imanı
zaîf (zayıf) olanlar istib'ad ediyorlar (ihtimal vermiyorlar, uzak görüyorlar,
olmayacak sanıyorlar). Onun hakikatı izah edilse, hiç istib'ad (uzak görünecek)
yeri kalmaz. (Mektubat, s. 58-59)
Bir
başka sözünde ise Bediüzzaman deccalin etkisinin ancak mucize sahibi bir
peygamber tarafından ortadan kaldırılabileceğini belirterek, Hz. İsa (as)'ın
bir şahsı manevi değil, mucizeler gösterecek özelliklere sahip bir şahıs
olacağını bir kez daha açıkça ifade etmiştir:
... ancak hârika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi) ve
umumun makbulü (umumun kabul ettiği) BİR ZAT olabilir ki: O ZAT, en
ziyade alâkadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi olan HAZRET-İ
İSA ALEYHİSSELAM'dır..... (Şualar, sf. 463)
Bediüzzaman'ın,
Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın gelişi ile ilgili bu çok açık sözlerine
rağmen, özel sohbetler delil gösterilerek öne sürülen bu gibi iddialar,
böylesine değerli bir müceddidin kaleme aldığı risalelerin tümünü şüpheli hale
getirecek son derece tehlikeli girişimlerdir. Bunun gibi pek çok kişi, birbirinden
farklı iddialarla ortaya çıkıp "Bediüzzaman Said Nursi burada böyle
demiştir ama bunların tamamı bir taktiktir, yalandır; doğrusunu bize
söyledi" dese bu ne kadar geçerli olacaktır? Böyle bir durumda bir süre
sonra Risale-i Nur'da yer alan her konu için bir şey söylenebilir ve
Bediüzzaman'ın eserleri gerçek manasından ve hikmetinden giderek uzaklaşır.
Böyle bir tehlikeyi önlemek ise, Bediüzzaman gibi değerli bir İslam aliminin
bizzat yazıp tasdik ettiği apaçık sözlerini korumakla mümkün olacaktır. Nitekim
Bediüzzaman da eserlerinde, her konuda olduğu gibi bu konuda da en doğru
açıklamaların risalelerde bulunabileceğini hatırlatmış, risalelerde yazılanlar
okunduğunda adeta kendisiyle görüşülmüş gibi en doğru bilgilere
ulaşılabileceğini belirtmiştir.
Risale-i Nur'un her bir kitabı bir Said'dir. Siz hangi
kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem
faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risale-i Nur
bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor. (Emirdağ Lahikası, s. 159)
… Çünkü der: "Benimle görüşmek
isteyen, eğer âhiret için, Risale-i Nur için ise; Risale-i Nur bana kat'iyyen
ihtiyaç bırakmamış. Milyonlar nüshası her birisi on Said kadar faide veriyor… Eğer
Risale-i Nur'un hizmetine, intişarına (yayılmasına) ait olsa; bana hizmet eden
hakikî fedakâr talebelerim ve manevî evlâdlarım ve kardeşlerim benim bedelime
görüşmeleri kâfi, bana hiç ihtiyaç yok… (Emirdağ Lâhikası-2, s. 214)
Bediüzzaman
eserlerinde aynı gerçeği dile getiren talebelerinin sözlerine de yer vermiştir.
Bunlardan bazıları şöyledir:
Ey hocalar ve ehl-i kalb! Soracağınız suallerin
cevaplarını Risale-i Nur'da bulabilirsiniz. Ehl-i keşf (gözle görülmeyen
gaybi hakikatleri Allah'ın lütfuyla keşfedip bilen evliyalar) ve kalbden
birisi, benim gibi aciz bir insandan Hz. Mehdi (as)'ı soruyor. "Ne
vakit gelecek..." Daha Hz. Mehdi (as)'ı anlamamış. Dabbetü'l Arz kimler
olduğunu bilmiyor. Bunlara dair, risalelerde bir bahis (söz, açıklama) vardır.
Her müşkil sualin (zor sorunun) cevabını o risalelerden arayınız, bulursunuz. (Mustafa
Hulusi, Barla Lahikası, s.143)
…
bu hususta arzedeyim ki, üstadımız Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i
Nur'dan bazan okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki:
"Risale-i Nur, imanî mes'eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i
Nur'un hocası, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa
ihtiyaç bırakmıyor. (Sözler, s. 772)
COK FAYDALI BILGILER PAYLASMISSINIZ BUYUK BIR ŞEVK ILE SONUNA KADAR OKUDUM BU SEBEBTEN OTURU BEN SIZDEN RAZI OLDUM ALLAH'TA RAZI OLUR İNŞAALLAH
YanıtlaSil