Mektubat
kitabından alıntılar
...
HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVÎLİK ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK106DİNSİZLİĞİN
ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN DECCALİ107 yok eder... (Mektubat, s. 6)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne
ikinci kez geleceğini ve deccalin fitnesini fikren etkisiz hale getireceğini
bildirmektedir:
106) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVİLİK ŞAHS-I
MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK:
Bediüzzaman bu sözünde "HZ. İSA (AS)'IN HIRİSTİYANLIĞIN ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL ETTİĞİNİ" belirtmektedir.
Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi, Hz.
İsa (as)'ın da onu destekleyen, ona inanan ve onu takip eden kimselerden oluşan
bir şahs-ı manevisi olacağını bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman "İSEVİLİK
ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK" sözleriyle, Allah'ın
adetullahına (Allah'ın kanununa) uygun olarak "HZ.
İSA (AS)'IN DA BU ŞAHS-I MANEVİNİN BAŞINDA BİZZAT BİR HİDAYET ÖNDERİ OLARAK
BULUNACAĞINI" ifade etmektedir. Nitekim bir şahs-ı manevinin bir
şahs-ı maneviyi temsil etmesi söz konusu değildir. Bir şahs-ı manevinin
oluşabilmesi için, onun başında öncelikle "BİR ŞAHSIN" var
olması gerekmektedir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. İsa (as)'ın
bir şahs-ı manevi olmadığını, kendi şahs-ı manevisinin başında bulunacağını ve
onlara bizzat önderlik edeceğini açıklamaktadır. Bediüzzaman'ın belirttiği bu
gerçekler bir-iki soru sorulduğunda da kolaylıkla anlaşılmaktadır:
1- İsevilik şahs-ı manevisini bir kişi temsil ediyor.
Bu kimdir? Hz. İsa (as).
2- Hz. İsa (as) kimi temsil ediyor?
İsevilik şahs-ı manevisini.
2- Hz. İsa (as) kimi temsil ediyor?
İsevilik şahs-ı manevisini.
Bu soruların cevapları Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'dan
ve şahs-ı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya
koymaktadır.
107) DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN
DECCALİ:
Bediüzzaman aynı Hz. İsa (as) gibi deccalin de bir
şahs-ı manevisi olacağını belirtmektedir. Ancak Bediüzzaman "DİNSİZLİĞİN
ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEN DECCALİ" sözleriyle, deccalin de
yine "BİR ŞAHIS OLARAK BU ŞAHS-I MANEVİNİN BİZZAT BAŞINDA
BULUNACAĞINI" ifade etmektedir. Bediüzzaman eserlerinde,
Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda geleceğini müjdelediği tüm isimlerin birer
şahıs olduklarını çeşitli delillerle açıklamıştır. Deccal de bu ahir zaman
şahıslarından biridir. Bediüzzaman deccalin bir şahıs olacağını ne kadar
detaylandırarak açıkladıysa, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın birer şahıs
olacakları konusunda da aynı açıklıkta deliller ortaya koymuştur. Kuşkusuz ki
Bediüzzaman'ın bu anlatımlarından bir kısmını farklı yorumlayıp, Hz. İsa (as)
ve Hz. Mehdi (as)'ın birer şahs-ı manevi, ancak deccalin bir şahıs olacağını
düşünmek çok yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira Bediüzzaman Deccal gibi, "Hz.
İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın de BİRER ŞAHIS OLARAK geleceklerini" ısrarla
tekrarlamış ve bunları delilleriyle birlikte açıklamıştır.
... Süfyan ve Mehdi hakkındaki
hadislerin ifade ettikleri mana budur ki: ahir zamanda dinsizliğin iki cereyanı
(akımı) kuvvet bulacak: Birisi: Nifak perdesi altında (inkarcı olduğu halde
Müslüman gibi görünerek) Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in
elçiliğini ve yolunu) inkar edecek SÜFYAN NAMINDA (adında) MÜDHİŞ BİR ŞAHIS108 ehl-i
nifakın (münafık karakterli kimselerin) başına geçecek, Şeriat-ı İslamiyenin
(İslam dininin) tahribine (yıkılmasına) çalışacaktır. Ona karşı AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ
NURANİSİNE (Peygamberimiz (sav)'in nurani soyuna) BAĞLANAN109EHL-İ
VELAYET (velilerin) VE EHL-İ KEMALİN (kamil iman sahiplerinin) BAŞINA
GEÇECEK110AL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) MUHAMMED
MEHDİ İSMİNDE BİR ZAT-I NURANİ (nurlu bir şahıs)111O SÜFYANIN
ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFİKANEYİ (münafıklık akımını) YOK EDİP
DAĞITACAKTIR.112(Mektubat, s. 53)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, ahir
zamanda inkarcı felsefelerin yayılması için çaba harcayacak bir şahıs olduğu
bildirilen Süfyan'dan bahsetmektedir. Bediüzzaman Süfyan'ın fitnesinin, Hz.
Mehdi (as)'ın fikri mücadelesi ile ortadan kaldırılacağını haber vermektedir:
108) SÜFYAN NAMINDA (ADINDA) MÜDHİŞ BİR ŞAHIS:
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği ahir
zaman şahıslarından biri de "Süfyan"dır. Hadislerde,
Süfyan'ın özellikleri ve yürüteceği olumsuz faaliyetler hakkında çeşitli
bilgiler verilmiştir. Bediüzzaman da, bu sözünde Süfyan'ın yapacağı bu
faaliyetlerden bahsetmekte, onun inkara dayalı mücadelesinin Hz. Mehdi (as)
vesilesiyle son bulacağını bildirmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı "SÜFYAN
NAMINDA MÜTHİŞ BİR ŞAHIS" ifadesiyle Süfyan'ın manevi bir varlık
değil, "BİR ŞAHIS" olduğunu belirtmiştir.
Peygamberimiz (sav) de hadislerinde Süfyan'ın fiziksel görünümü, kusurları ve
hastalıkları hakkında bilgi vererek, Süfyan'ın bir şahıs olduğunu çok açık bir
şekilde anlatmıştır. Aynı durum Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) için de
geçerlidir. Hem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde hem de Bediüzzaman'ın
eserlerinde Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın fiziksel özellikleri,
mücadeleleri, faaliyetleri gibi konularda çok detaylı bilgiler verilmiştir.
Böyle bir durumda Süfyan'ın bir şahıs olacağını kabul edip, Hz. İsa (as) veya
Hz. Mehdi (as)'ın birer şahıs olarak ortaya çıkacaklarını kabul etmemek akla ve
mantığa uygun değildir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen tüm ahir
zaman şahısları "BİRER FERT" olarak ortaya
çıkacaklardır ve onların vesilesiyle ahir zamanda insanlık çok büyük olaylara
tanıklık edecektir. Hz. Mehdi (as), Süfyan'ın İslam aleminde yaptığı manevi
tahribatı bizzat ortadan kaldıracak, İslam ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlanmasını ve dünya çapında yayılmasını sağlayacaktır.
Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiş, "SÜFYAN
NAMINDA MÜTHİŞ BİR ŞAHIS" olarak bahsettiği Süfyan'ın, yine "BİR
ŞAHIS olduğunu bildirdiği Hz. Mehdi (as) vesilesiyle fikren etkisiz hale
getirileceğini" bildirmiştir.
109) AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE
(PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN NURANİ SOYUNA) BAĞLANAN:
Bediüzzaman "AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN
SİLSİLE-İ NURANİSİNE BAĞLANAN" sözleriyle "Hz. Mehdi
(as)'ın, Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olan mübarek BİR ŞAHIS olduğunu" bildirmektedir.
Bir şahs-ı manevinin belirli bir soyunun olması akla ve mantığa hiçbir şekilde
uygun değildir. Ancak bir insanın peygamber soyundan geleceğinden
bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu sözüyle bu gerçeği bir kez daha vurgulayarak
Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını, Peygamberimiz (sav)'in soyundan
olan "BİR ŞAHIS" olduğunu ifade etmektedir.
110) EHL-İ VELAYET (VELİLERİN) VE EHL-İ KEMALİN (KAMİL
İMAN SAHİPLERİNİN) BAŞINA GEÇECEK:
Bediüzzaman, "EHL-İ VELAYET (VELİLERİN)
VE EHL-İ KEMALİN (KAMİL İMAN SAHİPLERİNİN) BAŞINA GEÇECEK" sözleriyle,
Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıktığında, alimlerin manevi liderliğini üstleneceğini
haber vermektedir. Hz. Mehdi (as), Allah'ın pek çok ilim ve hikmetle
nimetlendirdiği, çok üstün ahlaklı mübarek bir şahıstır. Hz. Mehdi (as)'ın
ahlakının ve imanının üstünlüğü pek çok hadiste detaylı olarak tarif
edilmektedir. Bu kutlu zat, ortaya çıktığında hem devrinin müceddidi (her
yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere
gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) hem de müçtehidi (ihtiyaç
oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi) olacak,
dini Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki özüne döndürecektir. Bu üstün
özellikleri nedeniyle kendisi tüm alimlerin önderi konumunda olacaktır.
Kuşkusuz ki bir şahs-ı manevinin alimlerden, velilerden ve kamil iman
sahiplerinden oluşan bir topluluğun lideri vasfını taşıması söz konusu
değildir. Ancak bir insan, böyle bir liderlik görevini üstlenebilir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş, Hz. Mehdi (as)'ın bizzat
mümin topluluğunun manevi lideri vasfını taşıyacak üstün vasıflı "BİR
ŞAHIS" olduğunu ifade etmiştir.
111) AL-İ BEYT'TEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN)
MUHAMMED MEHDİ İSİMLİ BİR ZAT-I NURANİ (NURLU BİR ŞAHIS):
Bediüzzaman, bu ifadesiyle Hz. Mehdi (as) hakkında
birkaç önemli bilgi birden vermektedir. Öncelikle Bediüzzaman "AL-İ
BEYT'TEN" ifadesiyle bir kez daha Hz. Mehdi (as)'ın "PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU" belirtmiştir. Bunun
yanı sıra "MUHAMMED MEHDİ İSİMLİ" sözleriyle Hz.
Mehdi (as)'ın ismi hakkında da bilgi vermiştir. Bediüzzaman Peygamberimiz
(sav)'in hadislerine dayanarak verdiği bu bilgiyle, Hz. Mehdi (as)'ın bir
şahs-ı manevi olmadığını, "İSMİ İLE MÜJDELENMİŞ BİR ŞAHIS
OLDUĞUNU" ifade etmiştir. Bediüzzaman "BİR ZAT-I
NURANİ" ifadesiyle ise, Hz. Mehdi (as)'ın "NURANİ
BİR ZAT" olduğunu bildirmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi
(as)'ın bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir zat-ı
nuraniden" değil, "şahs-ı manevi-i nuraniden" bahsederdi. Ancak
Bediüzzaman böyle bir şey söylememiş, "bir zat-ı nurani" demiştir.
Ayrıca burada kullanılan "BİR" kelimesi de bu konuyu
bir başka açıdan daha açıklamakta, Hz. Mehdi (as)'ın "TEK BİR
ŞAHIS" olduğunu ifade etmektedir. "ZAT" kelimesi
de yine "birlik" ifade eden bir başka şahıs ifadesidir. Bediüzzaman
burada "iki zat", "üç zat" ya da "birileri"
ifadesini kullanmamış, Hz. Mehdi (as)'ın açıkça "tek bir zat"
olduğunu belirtmiştir. Bu aynı zamanda da Bediüzzaman'ın kitabın başından bu
yana Hz. Mehdi (as) için "5. KEZ" kullandığı "ZAT" ifadesidir.
Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'dan bir şahs-ı manevi ya da bir
topluluk olarak bahsetmemektedir. İsmini, soyunu ve nurlu bir kimse olduğunu
haber vererek, Hz. Mehdi (as)'ın kutlu "BİR ZAT", "BİR
KİŞİ" olduğunu defalarca tekrarlamaktadır.
112) O SÜFYANIN ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I
MÜNAFIKANEYİ (MÜNAFIKLIK AKIMINI) YOK EDİP DAĞITACAKTIR:
Bediüzzaman, bu sözünde "O SÜFYANIN
ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFIKANEYİ DAĞITACAKTIR" sözleriyle
ahir zaman şahıslarından olan Süfyan'ın bir şahs-ı manevisi olduğunu
bildirmiştir. Süfyan'ın şahs-ı manevisini, onun inkara dayalı fikir sistemi ve
onu destekleyen münafıkane ruh haline sahip olan inkarcılar oluşturmaktadır.
Ancak şu çok açıktır ki bu şahs-ı manevinin başında bir lider olarak Süfyan
bizzat bulunmaktadır. Nitekim Bediüzzaman Süfyan'ın ve onun şahs-ı manevisinin
iki ayrı kavram olduğunu, Süfyan'ın bir şahıs olarak başta bulunacağını
eserlerinde çok açık ifadelerle haber vermiştir. Bunlardan birinde Bediüzzaman
Süfyan'ın bir şahıs olduğunu şöyle ifade etmiştir:
Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak (ikiyüzlülük) ve
zındıka (küfür) başına geçecek EŞHAS-I MÜDHİŞE-İ MUZIRRALARI
(ZARAR VEREN DEHŞETLİ ŞAHISLARI)... (Hizmet Rehberi, s. 86)
Bediüzzaman'ın da açıkladığı gibi Süfyan'ın bir şahs-ı
manevisi olacak, ancak kendisi de bizzat bu şahs-ı manevinin liderliğini
üstlenecektir. Bediüzzaman, Süfyan'ın şahs-ı manevisiyle birlikte, inkarı
yaygınlaştırmak için yürüteceği faaliyetlerin Hz. Mehdi (as) tarafından
engelleneceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi (as), Süfyan'ın fitnesini fikren
ortadan kaldırıp, tam anlamıyla yok edecektir.
... Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı
iken mağlub olan İsevilik ve İslamiyet; ittihad (birleşmeleri) neticesinde,
dinsizlik cereyanına (akımına) galebe edip (galip gelip) dağıtacak istidadında
(kabiliyette) iken ALEM-İ
SEMAVATTA (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle, bedeniyle)
BULUNAN113ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM114O DİN-İ HAK CEREYANININ
(hak dinin) BAŞINA GEÇECEĞİNİ115 bir Muhbir-i Sadık
(doğru haber aktaran -Peygamberimiz (sav)'in sıfatlarından biri-), bir Kadir-i
Külli Şey'in (herşeye muktedir olan Yüce Allah'ın) vaadine istinad ederek
(dayanarak) haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem KADİR-İ KÜLLİ ŞEY (herşeye
muktedir olan Yüce Allah) VA'DETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR...116 (Mektubat,
s. 53-54)
Bediüzzaman, Hıristiyanların Kuran'a dönerek
İslamiyet'e tabi olmaları ve bu iki İlahi dinin birleşmeleri sonucunda
kuvvetlenip, inkarcı felsefeleri yok edecek bir güç kazanacaklarını
anlatmaktadır. Bu dönemde, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne gelip, bu kuvvetin
başına geçecektir. Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in bu müjdeyi Allah'ın
vaadine dayanarak haber verdiğini bildirmiş, Allah'ın, vaadini kesin olarak
yerine getireceğini hatırlatmıştır:
113) ALEM-İ SEMAVATTA (GÖKLER ALEMİNDE) CİSM-İ
BEŞERİSİYLE (İNSANİ CİSMİYLE, BEDENİYLE) BULUNAN:
Bediüzzaman bu sözünde, yakın bir gelecekte
Hıristiyanlığın, dine sonradan sokulan bazı inanç ve uygulamalardan arınarak
özüne döneceğini ve Kuran'a tabi olacağını anlatmaktadır. İslamiyet'e tabi olan
Hıristiyanlığın, güçlerini Müslümanlarla birleştireceklerini ve
dinsizliğe karşı ortak bir mücadele vereceklerini bildirmektedir. Bediüzzaman "ALEM-İ
SEMAVATTA CİSM-İ BEŞERİSİYLE BULUNAN" sözleriyle, bedeni ile
gökler aleminde bulunan Hz. İsa (as)'ın, yeryüzüne inerek bu mücadelenin başına
geçeceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözlerinde bedeni (cism-i beşerisi)
ile yeryüzüne ineceğini bildirerek, Hz. İsa (as)'ın mübarek zatıyla "BİR
ŞAHIS" olarak yeryüzüne geleceğini belirtmiştir. Bediüzzaman
burada "İNSAN" anlamına gelen "BEŞER" kelimesini
kullanarak Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi değil, "madde olarak
varlığı olan bir şahıs" olduğunu açıkça ifade etmiştir.
114) ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM:
Bediüzzaman'ın burada kullandığı "ŞAHS-I
İSA ALEYHİSSELAM" ifadesi, "Hz. İsa (as)'NIN
ŞAHSI" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Bediüzzaman bu
sözleriyle Hz. İsa (as)'ın "bir şahs-ı manevi olmadığı" konusuna
kesin olarak açıklık getirmektedir. Hz. İsa (as) ahir zamanda bir şahıs olarak
ikinci kez yeryüzüne gelecek, mesih deccalin fitnesini ortadan kaldıracak, Hz.
Mehdi (as) ile iş birliği yapacaktır. Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın vesile
olmasıyla İslam ahlakı bütün dünyaya hakim olacaktır. Ahir zamanın bu büyük
müjdeleri henüz gerçekleşmemiştir, İslam alemi tarafından bu kutlu gelişmelerin
gerçekleşmesi beklenmektedir. Bediüzzaman da bu ifadesiyle, Hz. Mehdi (as)'ın
geçmiş dönemde çıktığı iddiasının yanlışlığını ortaya koymaktadır. Çünkü henüz,
Hz. İsa (as)'ın gelişi ve Hz. Mehdi (as) ile olan ittifakı gerçekleşmemiş,
mesih deccalin fitnesi tam anlamıyla ortadan kaldırılmamıştır. Kuşkusuz ki
böylesine geniş çaplı gelişmeler bütün dünyanın gözleri önünde cereyan
edecektir. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla herkesin anında haberdar olacağı
ve yaşayacağı bu büyük değişim, ne Bediüzzaman'ın devrinde ne de bir başka
zaman diliminde yaşanmamıştır.
115) O DİN-İ HAK CEREYANININ (HAK DİNİN) BAŞINA
GEÇECEĞİNİ:
Bediüzzaman, "O DİN-İ HAK CEREYANININ
BAŞINA GEÇECEĞİNİ" sözleriyle Hz. İsa (as)'ın, yeniden yeryüzüne
geldiğinde gerçek İsevilerin lideri olacağını bildirmektedir. Hz. İsa (as)'ın
gelişiyle, Hıristiyanlık batıl inanış ve hükümlerinden arınacak ve Kuran'a tabi
olacaktır. Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'la ilgili olarak haber verdiği tüm
bu gelişmeler, Hz. Mehdi (as)'ın çıktığı aynı dönemlerde gerçekleşecektir.
Ancak ne Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişi ve tüm İsevilerin
liderliğini üstlenmesi ne de Hıristiyanların dinlerini batıl inanç ve
uygulamalardan arındırarak İslam'a yönelmeleri henüz gerçekleşmemiştir. Bu
gelişmelerle birlikte Hz. İsa (as)'ın Hz. Mehdi (as) ile olan birlikteliği de
henüz gerçekleşmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman, verdiği tüm bu bilgilerle
bize Hz. Mehdi (as)'ın geçmiş dönemlerde gelmemiş olduğunu, beklenen tüm bu
gelişmelerin de Hz. Mehdi (as)'ın çıkışının en açık alametlerinden olacağını
müjdelemektedir.
116) KADİR-İ KÜLLİ ŞEY (HERŞEYE MUKTEDİR OLAN
YÜCE ALLAH) VA'DETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR:
Bediüzzaman, bu kutlu olayların gerçekleşmesinin Yüce
Allah'ın bir vaadi olduğuna dikkat çekmektedir. Allah Kuran'da tüm inananları,
İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağı konusunda müjdelemektedir. Allah'ın bu
vaadi bir ayette şöyle bildirilmiştir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih
amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç
ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi'
kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar,
yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan
sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Kuran'da Allah'ın vaadini muhakkak yerine getireceği
ise şu şekilde haber verilmektedir:
(Bu,) Allah'ın va'didir; Allah, vadinden
geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
... Doğrusu Allah, va'dinden
cayıp-dönmez. (Al-i İmran Suresi, 9)
... Şüphesiz Allah, verdiği sözden
dönmez. (Rad Suresi, 31)
Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirilen bu müjdeli
vaadleri inşaAllah gerçekleşecektir. Bediüzzaman da sözlerinde Kuran'daki bu
bilgilere dayanarak çok kesin bir ifade kullanmış, Allah'ın izniyle ahir
zamanda bu olayların "KESİN OLARAK GERÇEKLEŞECEĞİNİ" hatırlatmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman'ın sözlerinde ahir zamanla
ilgili bildirilen gelişmeler bugüne kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim
Bediüzzaman "YAPACAKTIR" ifadesiyle "olmuş ya
da olmakta olan" bir olayı değil, "İLERİDE OLACAK" olan
bir olayı anlatmaktadır. Hz. İsa (as) henüz ikinci kez yeryüzüne gelmemiştir.
Bu mübarek şahsın ikinci kez gelişini tüm İslam ve Hıristiyan alemi
beklemektedir. Hz. Mehdi (as) ile olan ittifakı da henüz gerçekleşmemiştir.
Bediüzzaman da bu sözlerinde bu gerçeği hatırlatmış, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi
(as)'ın kendisinden "DAHA İLERİKİ BİR ZAMANDA GELECEKLERİNİ" müjdelemiştir.
Evet HER VAKİT SEMAVATTAN MELAİKELERİ (gökyüzünden melekleri) YERE
GÖNDEREN117 ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden
(şekline sokan) (Hazret-i Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve
ruhanîleri (cisim olmayıp gözle görülmeyen varlıkları; cin ve melekleri) âlem-i
ervahtan (ruhlar aleminden) gönderip beşer suretine (insan şekline) temessül
ettiren (sokan, cisimleyen), hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını
(ruhlarını) cesed-i misaliyle (varlığı maddi olmayan fakat cinsinin cesedine
benzeyen beden) dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal (herşeye muktedir olan
Yüce Allah), HAZRET-İ
İSA ALEYHİSSELAM'I, İSA DİNİNE AİT EN MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ (güzel
neticesi) İÇİN118, değil SEMA-İ DÜNYADA (gökler aleminde)
CESEDİYLE (insani bedeniyle) BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA119,
belki ALEM-İ
AHİRETİN (ahiret aleminin) EN UZAK KÖŞESİNE GİTSEYDİ VE HAKİKATEN ÖLSEYDİ, YİNE
ŞÖYLE BİR NETİCE-İ AZÎME (büyük bir sonuç) İÇİN ONA YENİDEN CESED GİYDİRİP
DÜNYAYA GÖNDERMEK, O HAKÎM'İN HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL120...
belki O'nun hikmeti öyle iktiza ettiği için (gerektiği için) VA'DETMİŞ VE VA'DETTİĞİ İÇİN
ELBETTE GÖNDERECEK121(Mektubat, s. 56-57)
Bediüzzaman, bir kez daha Hz. İsa (as)'ın ikinci kez
yeryüzüne gelişinin muhakkak gerçekleşeceğini bildirmekte ve meleklerin
konumunu örnek vererek bu konuyu açıklamaktadır:
117) HER VAKİT SEMAVATTAN MELAİKELERİ (GÖKYÜZÜNDEN
MELEKLERİ) YERE GÖNDEREN:
Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden dünyaya dönecek
olması Rabbimiz'in mucizelerinden biridir. Bediüzzaman sözleriyle
Kuran'da ve hadislerde haber verilen bu açık gerçeği dile getirmekte ve Hz. İsa
(as)'ın Allah'ın izniyle yeryüzüne ikinci kez gelişinin kesin bir gerçek
olduğunu açıklamaktadır. Bediüzzaman, meleklerin de Allah'ın izniyle
gerektiğinde yeryüzüne geldiklerini söylemekte, Hz. İsa (as)'ın da, Allah'ın
takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri döneceğini ve Rabbimiz'in elçisi
olarak insanları gerçek din ahlakına davet edeceğini anlatmaktadır.
Melekler, insanların bildiği zaman ve mekan boyutundan
farklı bir boyutta yaşarlar. Meleklerin yaşadığı boyutun, bizim bildiğimiz
kavramların dışında olduğuna işaret eden ayetler şu şekildedir:
(Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan
Allah'tandır. Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan bir
günde çıkabilmektedir. (Mearic
Suresi, 3-4)
Ayette bildirilen "elli bin yıl olan bir
gün" ifadesi, meleklerin bizim sınırlı olduğumuz zaman kavramı ile sınırlı
olmadıklarını göstermektedir. Ayrıca insanın bildiği zaman kavramının ötesinde
bir yaşam daha olduğunun ve bu yaşamın dünyadakine benzer bir zaman veya mekan
kavramına bağımlı olmadığının delillerinden biridir. Hz. İsa (as)'ın da böyle
bir boyutta yaşıyor olması mümkündür. (Doğrusunu Allah bilir).
Meleklerin, Allah'ın dilediği vakitte takdir ettiği
bir iş için dünyaya geliyor olmaları ise, diğer boyutlardan bizim boyutumuza
geçişin Rabbimiz'in izin vermesiyle mümkün olduğunu göstermektedir. Kuran'da
meleklerin, kimi zaman Allah'ın insanlara vahyini iletmek, kimi zaman da
müminlere yardım etmek ve onlara destek olmak için Allah'ın izniyle yeryüzüne
indikleri bildirilmektedir:
Sen müminlere: "Rabbiniz'in size
meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?"
diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)
Kullarından dilediklerine, melekleri
emrinden olan ruh ile indirir: "Benden başka İlah yoktur, şu halde Benden
korkup-sakının" diye uyarın. (Nahl
Suresi, 2)
Ayrıca, Kuran'da Hz. İbrahim (as)'a ve Hz. Lut (as)'a
meleklerin elçiler olarak gelip kavimlerine gelecek azabı haber verdikleri; Hz.
Zekeriya (as)'a gelip, onu bir çocuk ile müjdeledikleri; Hz. Meryem'e gelip
kendisinin seçkin kılındığını ve Hz. İsa (as)'ın doğumunu haber verdikleri bildirilmektedir.
Kuran-ı Kerim'in Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e Cebrail (as) aracılığı ile
vahyedilişi ve Efendimiz (sav)'in Cebrail (as)'ı görmesi de anlatılmaktadır.
Bediüzzaman da meleklerin bu konumunu örnek vererek, Hz. İsa (as)'ın ahir
zamanda insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne gelişinin Allah'ın adetullahına
uygun olduğunu ve Allah'ın bu vaadinin gerçekleşeceğini bildirmektedir.
118) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'I, İSA DİNİNE AİT EN
MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ (GÜZEL NETİCESİ) İÇİN:
Bediüzzaman "HZ. İSA (AS) DİNİNE AİT EN
MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ İÇİN" sözleriyle Rabbimiz'in "ÖNEMLİ
BİR GÜZEL NETİCE" için Hz. İsa (as)'ı ikinci kez yeryüzüne
göndereceğini müjdelemektedir. Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelmesiyle,
Hıristiyanlık batıl olan bütün inanış ve uygulamalarından arınacak ve İslam'a
dönecektir. Bu vesileyle, Hıristiyanlık Hz. İsa (as)'a vahyedilmiş hak haline
dönecek, Müslümanlarla gerçek İseviler arasında ittifak gerçekleşecek, bu hak
ittifak yeryüzüne barış ve huzur getirecektir.
119) SEMA-İ DÜNYADA (GÖKLER ALEMİNDE) CESEDİYLE
(İNSANİ BEDENİYLE) BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA:
Bediüzzaman, bu sözleriyle Hz. İsa (as)'ın da tıpkı
melekler gibi, Allah Katında diri olduğunu ve Allah'ın takdir ettiği vakit
geldiğinde yeryüzüne geleceğini söylemektedir. Melekler, Allah'ın dilemesiyle
çeşitli dönemlerde yeryüzüne inmekte ve tekrar Allah Katına çıkmaktadırlar.
Ancak onların Allah Katına çıkıyor olmaları, elbette dünyada bizim bildiğimiz
kavramlara göre yok olmaları anlamına gelmemektedir. Sadece başka bir boyuta
geçmekte, bizim kavrayışımız dışında yaşamlarına devam etmektedirler. Benzer
bir şekilde Hz. İsa (as)'ın Allah Katına alınmış olması da, öldüğü anlamına
gelmez. Nitekim, pek çok ayette Hz. İsa (as)'ın ölmediği açık olarak
bildirilmekte, hadislerle de bu gerçek bir kez daha teyit edilmektedir. Hz. İsa
(as) da bizim kavrayamadığımız bir boyutta diridir. Ayrıca, meleklerin iki
boyut arasında, Allah'ın dilemesiyle, hareket ediyor olmaları, Rabbimiz
dilediği takdirde bunun çok kolay olduğunu göstermektedir. Hz. İsa (as) da,
Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri dönecek ve Rabbimiz'in
elçisi olarak insanları gerçek din ahlakına davet edecektir. Bediüzzaman da bu
sözleriyle bu gerçeği dile getirmektedir. Bediüzzaman "SEMA-İ
DÜNYADA CESEDİYLE BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA" sözleriyle
Hz. İsa (as)'ın ölmediğini, halen hayatta olduğunu ve insani bedeniyle ikinci
kez yeryüzüne geleceğini bildirmektedir. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz.
İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını açıkça ortaya koymakta, bu mübarek
peygamberin ahir zamanda Allah'ın bir mucizesi olarak ikinci kez "İNSANİ
BEDENİYLE BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE GELECEĞİNİ" müjdelemektedir.
120) ALEM-İ AHİRETİN (AHİRET ALEMİNİN) EN UZAK
KÖŞESİNE GİTSEYDİ VE HAKİKATEN ÖLSEYDİ, YİNE ŞÖYLE BİR NETİCE-İ AZÎME (BÜYÜK
BİR SONUÇ) İÇİN ONA YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA GÖNDERMEK, O HAKÎM'İN
HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL:
Bediüzzaman bu sözleriyle Rabbimiz'in gücünün sonsuz
olduğunu ve her dilediğini yapmaya Kadir olduğunu hatırlatmakta ve Hz. İsa
(as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişinin Allah'ın izniyle kesin olarak
gerçekleşeceğini belirtmektedir. Bediüzzaman'ın, Hz. İsa (as)'ın gelişini
Rabbimiz'in sonsuz gücünü dile getirerek anlatması, kuşkusuz ki bu konuda ne
kadar kesin bir kanaat taşıdığının en açık göstergelerindendir. Bediüzzaman
ayrıca burada bir örnek vermekte ve "HAKİKATEN ÖLSEYDİ, yine şöyle
bir netice-i azime (büyük bir sonuç) için ona YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA
GÖNDERMEK, O HAKİM'İN HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL" demektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle açıkça "BİR İNSAN"dan
bahsettiğini ve Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını ortaya
koymaktadır. Rabbimiz'in takdiriyle Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda "BİR
ŞAHIS" olarak ikinci kez yeryüzüne gelişini bir kez daha
müjdelemektedir.
121) VADETMİŞ VE VADETTİĞİ İÇİN ELBETTE GÖNDERECEK:
Allah, Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya geleceğini
bildirmiştir. Bu vaadini muhakkak yerine getirecektir. Tüm bu deliller,
Allah'ın gücünü ve kudretini gereği gibi takdir edemedikleri için Hz. İsa
(as)'ın ölmediği ve yeryüzüne geri döneceği gerçeğini reddetmeye çalışan
kimselerin, büyük bir yanılgı içinde olduklarının göstergesidir. Unutmamak
gerekir ki, Allah üstün güç ve kudret sahibi, herşeye kadir olandır. Dilediğini
dilediği şekilde yaratır. İlmi sonsuzdur. Allah'ın belirlediği süre geldiğinde,
büyük bir mucize gerçekleşecek ve Hz. İsa (as) dünyaya geri dönecektir. Bu
gerçek, ayetlerle ve hadislerle müjdelenmiştir ve tüm iman edenlerin üzerinde
düşünmesi gereken bir harikadır. Bediüzzaman da Allah'ın bu vaadini dile
getirmiş, Kuran'da bildirildiği gibi Rabbimiz'in kesin olarak vaadinden dönmeyeceğini
hatırlatarak Hz. İsa (as)'ın insani bedeniyle yeryüzüne ikinci kez gelişinin "KESİN
BİR GERÇEK" olduğunu müjdelemiştir.
...
HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT,122herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA,123 olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin
imanlı yakın talebeleri),124 nur-u iman (imanın
ışığı) ile ONU
TANIR.125 Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça)
derecesinde HERKES
ONU TANIMAYACAKTIR...126 (Mektubat, s. 60)
Bediüzzaman, yeryüzüne ilk döndüğü yıllarda Hz. İsa
(as)'ı tanıyabilecek insanların sayısının çok az olacağını bildirmiştir. Buna
göre, ancak yakın çevresi ve derin iman sahibi talebeleri Hz. İsa (as)'ı
imanlarının nuru ile tanıyabilecek, fakat toplumun geneli onun açıkça Hz. İsa
(as) olduğunu bilmeyecektir.
122) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT:
Bediüzzaman "Hz. İsa (as) ALEYHİSSELAM
GELDİĞİ VAKİT" sözleriyle birkaç önemli konuya açıklık
kazandırmaktadır. Bediüzzaman "GELDİĞİ VAKİT" ifadesiyle
öncelikle Hz. İsa (as)'ın "KESİN OLARAK GELECEĞİNİ" müjdelemektedir.
Buradaki "GELME" fiiliyle ise Bediüzzaman Hz. İsa
(as)'ın "manevi bir varlık" olmadığını"BİR ŞAHIS" olduğunu
açıklamaktadır. Bir şahs-ı manevinin "gelmesi" söz konusu değildir.
Bir şahs-ı manevi ancak "oluşabilir". "GELME" eylemi
"bir insanın yapabileceği bir fiil"dir. Bediüzzaman da bu sözleriyle
bu önemli farkı vurgulamakta ve Hz. İsa (as)'ın bir şahıs olarak yeryüzüne
geleceği konusuna kesinlik kazandırmaktadır.
123) ONUN HAKİKÎ ÎSA:
Bediüzzaman, "ONUN HAKİKİ İSA" ifadesiyle,
Hz. İsa (as)'ın manevi bir varlık değil "BİR İNSAN" olacağını
bir kez daha açıklamaktadır. Bediüzzaman "HAKİKİ İSA"diyerek, "BİR
KİŞİ"den bahsetmekte, Hz. İsa (as)'ın başka şahıslardan olan farkını
ise "HAKİKİ" kelimesiyle netleştirmektedir.
Bediüzzaman ayrıca burada kullandığı kişilik ifade eden "ONUN" sözüyle
de Hz. İsa (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğunu
bir kez daha dile getirmektedir.
Bediüzzaman, bu sözüyle birlikte kitabın başından bu yana Hz. İsa
(as) için "3. KEZ" "O" zamirini
kullanmıştır. Hiç şüphesiz ki bu ısrarlı tekrarlar, Bediüzzaman'ın Hz. İsa
(as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığı konusundaki kesin kanaatini açıkça ortaya
koymaktadır.
Bediüzzaman ayrıca buradaki "HAKİKİ
İSA" sözleriyle Hz. İsa (as)'ın, yeryüzüne ikinci kez gelişinde,
yine hepsi birer şahıs olan "sahte mesihler"den farklı olacağını
vurgulamış ve bu mübarek zatın "GERÇEK HZ. İSA (AS)" olacağını
belirtmiştir. Hz. İsa (as) geldiğinde, Kuran ayetlerinde ve Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde bildirilen işaretlere uygun özellikleriyle, bu sahte
mesihlerden ayırt edilecek ve Bediüzzaman'ın belirttiği gibi "hakiki
Hz. İsa (as)" olacaktır.
124) ONUN MUKARREB VE HAVASSI (DERİN İMANLI
YAKIN TALEBELERİ):
Bediüzzaman bu sözünde "ONUN" ifadesiyle
Hz. İsa (as) için "4. KEZ" "O" ifadesini
kullanmış ve "BİR ŞAHIS" olduğuna yeniden dikkat
çekmiştir. Aynı ifadeyi tam 4 kez tekrarlamış olması, Hz. İsa (as)'ın bir
şahs-ı manevi olmadığı konusunda Bediüzzaman'ın görüşlerinin ne kadar açık
olduğunu ortaya koymaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada "MUKARREB
VE HAVASSI" diyerek Hz. İsa (as)'ın "DERİN İMANLI
YAKIN TALEBELERİ" olacağından bahsetmiştir. Bir şahs-ı manevinin
"talebeleri" ya da "yakın çevresi" olacağından
bahsedebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Ancak bir insanın talebeleri
olabilir. Kuşkusuz Bediüzzaman da bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Hz. İsa
(as)'ın talebelerinden bahsederek, onun bir şahs-ı manevi olmadığını
Müslümanlara açıklamakta, mübarek şahsıyla talebelerinin başında bizzat bulunacağını
haber vermektedir.
125) ONU TANIR:
Bediüzzaman burada geçen "ONU" kelimesiyle,
Hz. İsa (as) için "5. DEFA" "O" zamirini
kullanmakta ve yine Hz. İsa (as)'ın "BİR ŞAHIS" olarak
geleceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman'ın kullandığı "TANIR" ifadesi
ise, bu konuyu hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde netleştirmektedir. "TANIMA" durumu
ancak "BİR İNSAN", "BİR ŞAHIS" için
söz konusu olabilir. "Yakın çevresinin bir şahs-ı maneviyi tanıması"
elbette ki mümkün değildir. Ancak Bediüzzaman derin imanlı yakın talebelerinin,
imanın nuru ile Hz. İsa (as)'ı tanıyabileceklerini belirtmektedir. Bediüzzaman
bu bilgiyi verirken elbette ki bu gerçeklerin farkındadır. Bediüzzaman bu
açıklamaları son derece bilinçli bir şekilde yapmış ve bu yolla Hz. İsa
(as)'ın, iman sahipleri tarafından tanınabilecek "BİR ŞAHIS" olduğunu
kesin olarak delillendirmiştir.
126) HERKES ONU TANIMAYACAKTIR:
Bediüzzaman "HERKES ONU
TANIMAYACAKTIR" sözleriyle Hz. İsa (as)'ı ilk geldiği yıllarda
herkesin bilip anlayamayacağını, dolayısıyla toplumun genelinin onu
tanıyamayacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle yukarıda anlatılan
ve insanlara ait bir durum olan "TANINMA"
özelliğine bir kez daha dikkat çekmektedir.
Eğer Bediüzzaman Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olduğu kanaatinde olsaydı,
böyle bir açıklama yapmaz. Hz. İsa (as)'ın tanınmasından bahsetmezdi. Ama
Bediüzzaman "ONU" kelimesiyle
Hz. İsa'nın "BİR ŞAHIS" olduğunu belirtmiş ve
sonra da açıkça onu kimlerin tanıyamayacağını açıklayarak, bu durumu bir kez
daha vurgulamıştır.
Ayrıca bu Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'dan bahsederken "6.
DEFA" kullandığı "O" zamiridir.
Bediüzzaman Hz. İsa (as)'dan bahsettiği hemen her sözünde tekrarladığı bu
vurgularıyla, Hz. İsa (as)'ın Allah'ın bir mucizesi olarak yeniden yeryüzüne "BİR
ŞAHIS" olarak gelişi konusunda hiçbir şüphesi olmadığını tüm
Müslümanlara müjdelemektedir.
Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten
(veli şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac
etmiş (manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati gelmiş ki: 'Şark tarafından bir nur
zuhur edecek (ortaya çıkacak), bidatlar zulümatını (dine sonradan girmiş
hurafeleri) dağıtacak. BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM
(gözledim) VE EDİYORUM.127FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.128 ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN
HAZIR ETMEK LAZIM GELİR.129VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANİ
ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz).130 (Mektubat,
s. 371)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as) ve yardımcılarını
"baharda gelecek kudsi çiçekler" olarak nitelendirmiş, kendisinin
ise, "yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa zemin hazırlayan bir öncü"
olduğunu belirtmiştir:
127) BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ORTAYA
ÇIKIŞINI) ÇOK İNTİZAR ETTİM (GÖZLEDİM) VE EDİYORUM:
Bediüzzaman, "bir nur" olarak ifade ettiği
ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışını çok gözlediğini ve
hala da gözlemekte olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok
açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını ve kendisinin de bu
mübarek şahsın çıkışını büyük bir heyecanla gözlediğini belirtmektedir. Yalnız
Bediüzzaman değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca samimi Müslüman,
İslam alimleri, mezhep imamları, müçtehidler Hz. Mehdi (as) ve beraberindeki
müminlere karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400 yıldır bu mübarek zatı
sevgi ve saygıyla anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler, onlar için
Allah'tan yardım dilemişlerdir. Hz. Mehdi (as) ve cemaati gelmiş geçmiş tüm
Müslümanların ortak dostudur. Tüm inananlar için şevk ve heyecan vesilesidir.
Bediüzzaman da sözlerinde bu bakış açısını dile getirmekte, kendisinin de büyük
bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi (as)'ın gelişini beklediğini ifade
etmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı "ÇOK İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM" yani "ÇOK
GÖZLEDİM VE GÖZLÜYORUM" sözleriyle bu durumu dile getirmiş, ancak
hayatta olduğu süre içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının gerçekleşmediğini
bildirmiştir.
128) FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR:
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi (as) ve
cemaatine karşı içten ve derin bir sevgi sahibidir. Hz. Mehdi (as) ve
yanındakilerin güzel ahlakını ve mücadelelerini "ÇİÇEKLER"e
benzetmekte ve onların baharda, yeryüzünün tüm güzelliklerinin ortaya çıktığı
dönemde geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın geleceği
dönemi karanlık kara bir kışın ardından gelen aydınlık, güneşli, güzelliklerle
dolu bir bahara benzetmektedir. Bediüzzaman'ın çiçek benzetmesi bu dönemde
yaşanacak huzur, barış, adalet ve güzellikleri anlatmak için yapılmış çok güzel
bir örneklendirmedir. Bediüzzaman bu bahar döneminin çok yakın olduğunu
bildirmektedir. Bir başka açıklamasında ise kendisinin "acele edip kışta
geldiğini" belirtmiş; nasıl kışın hemen ardından bahar geliyorsa, ahir
zamanda gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden hemen sonra baharı
getireceğini müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde
kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını, ancak bu mübarek zata ortam hazırlayan
bir öncüsü olduğunu ifade etmiştir.
129) ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR
ETMEK LAZIM GELİR:
Bediüzzaman bir kez daha "KUDSİ
ÇİÇEKLER" sözleriyle bahsettiği Hz. Mehdi (as) ve talebelerine
karşı olan sevgisini dile getirmiş, Hz. Mehdi (as)'ın gelişini çok
gözlediğini ve halen de gözlemeye devam ettiğini
belirtmiştir. Bu durumda gelecek olan şahıslara, yani Hz. Mehdi (as) ve
cemaatine zemin hazırlamak gerektiğini söyleyen Bediüzzaman, kendisinin ve
cemaatinin bu görevi üstlendiğini ifade etmiştir. Onlardan önce gelip onlar
için ön bir hizmet ve hazırlık yaptığını söyleyerek, Hz. Mehdi (as)'ın
kendisinden sonra gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha dile getirmiştir.
130) VE ANLADIK Kİ BU HİZMETİMİZLE O NURANİ
ZATLARA (NURLU ŞAHISLARA) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (HAZIRLIYORUZ):
Bediüzzaman "ANLADIK Kİ" sözleriyle,
kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığı, ancak yaptığı hizmetlerle bu mübarek kişiye
zemin hazırlamakta olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir. "ANLADIK
Kİ" ifadesi, Bediüzzaman'ın kalbine gelen gerçeği ve
Bediüzzaman'ın bu gerçeğe net ve samimi olarak inandığını göstermektedir.
Bediüzzaman bu kelimeyle, tevazu gereği böyle bir söz söylemediğini,
delilleriyle açıkça ortada olan bu konuda kesin kanaatini ifade ettiğini ortaya
koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde "HİZMETİMİZLE" diyerek
çoğul bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman bu hizmette tek başına
değildir; kendisine yardımcı olan Nur cemaati de vardır. Bediüzzaman
"hizmetimizle" derken tüm Nur talebelerini de bu hizmete dahil
etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman burada "O NURANİ
ZATLARA" sözleriyle, Hz. Mehdi (as) ve talebelerinin "BİRER
ŞAHIS" olduklarını yeniden vurgulamaktadır. Bu, Bediüzzaman'ın
Hz. Mehdi (as)'dan bahsederken "10. KEZ" kullandığı "O" zamiridir. "ZAT" kelimesini
ise Bediüzzaman kitabın başından bu yana Hz. Mehdi (as) için "6.
KEZ" kullanmıştır.
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında,
elbette EN BÜYÜK
BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi)131 hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her
yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere
gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici),132 hem HAKİM,133 hem
MEHDİ134 hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi)135 hem KUTB-U AZAM
(Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük
mürşidi)136 olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (nurlu bir zatı)
GÖNDERECEK137 ve O ZAT138 da, EHL-İ BEYT-İ
NEBEVİDEN(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR.139 Cenab-ı
Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki
alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını
teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini
(örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye
muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ (AS) İLE DE, ALEM-İ İSLAM'IN (İslam
aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA'DETMİŞTİR
VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR.140 (Mektubat, s.
411-412)
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği
dönemde Allah'ın insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz
(sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi (as)'yi göndereceğini
bildirmiş ve bu kutlu zatı geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden ayıran
özellikleri anlatmıştır:
131) EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD: ve 132) EN
BÜYÜK BİR MÜCEDDİD:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl başında
insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre
açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin İmam-ı
Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193
(Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir.
Dolayısıyla bu mübarek insan ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki
müceddiddir. Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi'den tam 100
sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379
(Miladi 1960) yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana
Halid'den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur'un müellifi (yazarı)
olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu
belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın ise kendisinden sonra
geleceğini -tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki
"müceddid"in Hz. Mehdi (as) olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu
sözünde de Hz. Mehdi (as) için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN
BÜYÜK MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır."MÜCEDDİD" dini
hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de
ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir.
Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek
olmuş, yol göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir. Bu
önderlerden kimi içtihat etme(hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve
hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm verme vasıflarından
dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da onlara
uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu
önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların verdiği
hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve
müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi (as) olacağını ifade
etmiştir. Bu da Hz. Mehdi (as)'ın içtihat etme(hükümleri usulüne uygun
olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm
vermeye en yetkili kişi olarak, kendisinin de "tüm mezhepleri
kaldıracağını" göstermektedir. Zira en büyük mezhep imamı
olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında herkesin
ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın "en büyük
müceddid ve müçtehid" olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin
üstünde olacağını ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi
eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden
biri olan Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül Mekkiye"isimli
eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU
GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN
BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El
Berzenci, Kıyamet Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı
eserinde Hz. Mehdi (as)'ın bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resulullah
Efendimizin (sav) soyundan olacaktır. İsa Aleyhisselam'la buluşacak, MEZHEPLERİ
KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti
Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi
mezhebindendir. Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi
olmuştur; İmam Şafi'yi imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu
eserlerinde şöyle ifade etmiştir:
"Evvelâ: Ben Şafiî'yim..."
(Emirdağ Lahikası, s. 38)
"...
hem hususî Şafiîce ibadetime." (Büyük
Tarihçe-i Hayat, s. 202)
"Yalnız
bu kadar var. Ben Şafiîyim..." (Büyük
Tarihçe-i Hayat, s. 206)
"Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu
için..." (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi (as) tüm mezhepleri kaldıracak ve
tüm mezheplerin üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu
özelliğin Hz. Mehdi (as)'a ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi (as)
olmadığını açıklamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi (as)'ın bir
şahıs olduğunu bir kez daha çok açık deliller vererek ortaya koymuştur. Bediüzzaman
Hz. Mehdi (as)'ın aynı zamanda hem "BİR MÜCEDDİD" hem
de "BİR MÜÇTEHİD" olacağını söylemiştir. Hz. Mehdi
(as)'ın bu sıfatlarına uygun olarak "dini devrin ihtiyaçlarına göre
açıklayabilmesi ve ihtiyaç olduğunda ayetlerden hüküm çıkarabilmesi, bir İslam
alimi ve önderi olabilmesi" için çok açıktır ki "BİR
İNSAN" olması gerekmektedir. Bir şahs-ı manevinin "açıklama
yapabilmesi, hüküm çıkarabilmesi ya bir İslam alimi ve önderi
olabilmesi" mümkün değildir. Bediüzzaman da bu özelliklerini
vurgulayarak "Hz. Mehdi (as)'ın BİR ŞAHIS OLDUĞUNU" ifade
etmiştir.
Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz
(sav)'den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid
bir şahs-ı manevi olarak gönderilmemiştir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği adetullahına
uygun olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah'ın
rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan
ayıran, hidayet rehberi olabilecek "BİRER İNSAN" olarak
gelmişlerdir. Örneğin Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler
yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir.
Bediüzzaman'ın da dikkat çektiği gibi, 1400 senedir heyecanla beklenen Hz.
Mehdi (as) da Allah'ın izniyle bu adetullaha uygun olarak müceddid ve müçtehid
sıfatlarını taşıyabilecek "BİR ŞAHIS" olarak
gelecektir.
133) HAKİM:
Bediüzzaman'ın kullandığı "HAKİM" kelimesinin
sözlük anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden, idare
eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi (as)'ın yerine getireceği
görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını
birleştirip bu birlikteliğin manevi liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi
(as)'ın bu görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi
(as)'ın, burada belirttiği "HAKİM"lik sıfatını
kullanarak, tüm İslam aleminin başında olacağını ve Müslümanların meselelerine
çözüm getireceğini bildirmiştir. Buna göre, Hz. Mehdi (as) karar mekanizmasının
başında olacak, onun adil hükümleri ve yönlendirmesiyle İslam dünyası idare
edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim
Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz. Mehdi (as)'ın henüz
gelmediğini dile getirmiş; ortaya çıktığında Hz. Mehdi (as)'ın bu "HAKİMLİK
VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE"dikkat çekmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi
(as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığı konusuna da kesin ifadelerle açıklık
getirmiştir. Bir şahs-ı manevinin "hakimlik" sıfatını taşıması,
Müslümanların liderliğini üstlenerek adalet konusunda hüküm verebilmesi, bir
topluluğu idare edebilmesi hiç şüphe yok ki imkansızdır. Tüm bunlar ancak bir
insanın sahip olabileceği özelliklerdir. Yine bunlar ancak imanla, akıl,
muhakeme ve vicdan kullanarak yerine getirilebilecek sorumluluklardır. Bir
şahs-ı manevinin ise bu özelliklerin hiçbirine sahip olmadığı, dolayısıyla da
hakim vasfıyla Müslümanları yönetemeyeceği son derece açık bir gerçektir.
Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıkça ifade etmiş, Hz. Mehdi (as)'ın "BİR
ŞAHIS" olduğunu açıklamıştır.
134) MEHDİ:
Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu
ortamında, tüm insanların kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek
zatın ayrıca "MEHDİ" vasfını da taşıyacağını
bildirmiştir. "MEHDİ" kelimesi, "HİDAYETE
EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE YÖNELTEN" anlamlarındadır.
Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak Allah'ın hidayetine mazhar olan ve Allah'ın
kendisine yol gösterdiği kişiyi tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek olan Hz.
Mehdi (as) da ismini bu özelliğinden almaktadır. Bir şahs-ı manevinin
"Mehdi vasfını taşıması" ise hiçbir şekilde söz konusu değildir.
Allah'tan bir lütuf olarak verilen "HİDAYET BULMA"özelliğinin "BİR
İNSANI" tanımladığı çok açıktır. Bir şahs-ı manevinin
"hidayet bulma" ve "insanların hidayetlerine vesile olma"
özellikleri olamaz. Bediüzzaman da burada bu gerçeği vurgulamış, Hz.
Mehdi (as)'ın "MEHDİ" vasfını belirterek, onun "BİR
ŞAHIS" olduğunu bir kez daha vurgulamıştır.
135) MÜRŞİD: ve
136) KUTB-U AZAM:
136) KUTB-U AZAM:
Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın özelliklerinden
bazılarını saydığı bu sözünde onun aynı zamanda hem "MÜRŞİD" hem
de "KUTB-U AZAM" olacağını bildirmiştir."MÜRŞİD" kelimesi "DOĞRU
YOLU GÖSTEREN KİMSE" anlamına gelmektedir. "KUTB-U
AZAM" ifadesi ise "MÜSLÜMANLARIN KENDİSİNE
BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ" anlamındadır.
Bediüzzaman bu sözünün başındaki "ahir zamanın en büyük fesadı
zamanında" ifadesiyle, Hz. Mehdi (as)'ın dünyanın belki de en buhranlı
devresi olan ahir zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve
doğru yoldan, din ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete
yönelteceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi (as), Müslümanların kendisine bağlandığı,
zamanın en büyük yol göstericisi olacaktır.
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki
vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi "TEK BİR KİŞİ"ye
ait olacak özelliklerdir. Bir şahs-ı manevinin "mürşid" ve
"kutb-u azam" olması düşünülemez. Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi
(as)'ın yaşadığı dönemde "tüm Müslümanların kendisine bağlandığı
en büyük evliyalardan, zamanının doğru yolu gösteren en büyük mürşidi olan BİR
ŞAHIS" olacağını ifade etmiştir.
137) BİR ZAT-I NURANİYİ (NURLU BİR ZATI) GÖNDERECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi (as)'ın "BİR
ZAT-I NURANİ" olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz.
Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir
zat-ı nuraniden" değil, "bir şahs-ı manevi-i nuraniden" bahsederdi.
Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi (as) için "BİR ZAT"ifadesini
kullanmıştır. Ayrıca "NURANİ" kelimesiyle de bu
mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun "NURLU BİR
ŞAHIS" olduğunu belirtmiştir. Bir şahs-ı manevinin "NURLU" olmasından
söz edebilmek mümkün değildir. Bu bir insanda görülebilecek bir özelliktir.
Bediüzzaman da tüm bu vurguları ve açıklamalarıyla Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı
manevi olmadığını, mübarek "BİR İNSAN" olduğunu
açıkça belirtmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman burada "iki zat" ya da
"üç zat" gibi ifadelere yer vermemiş, kullandığı "BİR
ZAT-I NURANİ" ifadesiyle Hz. Mehdi (as)'ın yalnızca "TEK
BİR ŞAHIS" olduğunu da ifade etmiştir.
Bu sözlerdeki "ZAT" kelimesi
ayrıca Bediüzzaman'ın kitabın başından beri yer alan sözlerinde "7.
KEZ" kullanılmıştır. Bediüzzaman'ın 7 defa üst üste Hz. Mehdi (as)'dan "ZAT" sözüyle
bahsetmesi, Hz. Mehdi (as)'ın manevi bir şahıs olduğu yönündeki her türlü
düşünceyi kesin olarak geçersiz kılmaktadır.
Bediüzzaman bunun yanı sıra bu sözündeki "GÖNDERECEK" ifadesiyle
de Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin Allah'ın izniyle kesin olarak gerçekleşeceğini
umduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi (as)'ın
gelişinin geçmişte ya da kendi döneminde henüz gerçekleşmemiş olduğunu da
belirtmektedir. Eğer böyle bir kanaati olsaydı hiç kuşkusuz ki Bediüzzaman
"Cenab-ı Hak... gönderdi" ya da "göndermiş" gibi, geçmiş
zamanı ifade eden bir fiil kullanırdı. Ancak Bediüzzaman bu
ifadelerin hiçbirine yer vermemiş ve gelecek zamana
işaret ederek Rabbimiz'in Hz. Mehdi (as)'yi kendisinden "İLERİDEKİ
BİR ZAMANDA GÖNDERECEĞİNİ" bildirmiştir.
138) O ZAT:
Bediüzzaman burada da "O ZAT" kelimesini
kullanarak Hz. Mehdi (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğunu
bir kez daha itinayla vurgulamıştır. Bediüzzaman burada Hz. Mehdi (as) için "O" zamirini "11.
KEZ", "ZAT" kelimesini ise "8.
KEZ" kullanmıştır. Bediüzzaman'ın ısrarla yer verdiği bu
tekrarlar ve vurgular, bu anlatımların hiçbirinin bir tevafuk olmadığını,
Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatinin çok kesin olduğunu ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi (as)'ın "BİR ŞAHIS"olduğunu
belirtmekte ve tüm inananları bu konuda en doğru şekilde bilgilendirmektedir.
139) EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN(PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SOYUNDAN) OLACAKTIR:
Bediüzzaman bu sözüyle de Hz. Mehdi (as)'ın "BİR
ŞAHIS" olduğunu bir başka önemli delili hatırlatarak yeniden
açıklamaktadır. Bediüzzaman "Hz. Mehdi (as)'ın PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI" belirtmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır.
Bediüzzaman bir şahs-ı manevinin, peygamber soyundan
gelemeyeceğini kuşkusuz ki çok iyi bilmektedir. Bu özelliğini hatırlatarak Hz.
Mehdi (as)'ın mübarek bir soydan gelen "BİR İNSAN" olacağını
ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman risalelerde birçok kez
kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi
(as) geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt edilebileceğine
dikkat çekmiştir.
140) KADİR-İ ZÜLCELAL (HERŞEYE MUKTEDİR OLAN
YÜCE ALLAH) HZ. MEHDİ (AS) İLE DE, ALEM-İ İSLAM'IN (İSLAM ALEMİNİN) ZULÜMATINI
(ZULÜM DEVRİNİ, KARANLIĞINI) DAĞITABİLİR. VE VADETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE
YAPACAKTIR:
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz'in,
Hz. Mehdi (as) ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını
belirtmiştir. Rabbimiz'in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir
dakika içinde doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını
durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da
bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye
kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah'ın bu vaadinin hak olduğunu
ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir.
Hz. Mehdi (as) Allah'ın izniyle İslam dünyasının karşı
karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve
çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili olacaktır. Ancak böylesine tüm dünyanın
gözleri önünde gerçekleşecek bir durum ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ne de
daha önce gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın döneminde bu zulüm devam
etmekteydi; komünizm dahi henüz yıkılmamış durumdaydı. Müslümanlara
yapılan zulüm ise tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmekteydi. Çok yakın
tarihe kadar Bosna'da, günümüzde hala Keşmir'de, Moro'da, Filistin'de ve daha
dünyanın birçok yerinde Müslümanların en temel haklarının bile elinden
alındığı, haksız yere öldürüldükleri bilinmektedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde zulüm ve
esaretin ortadan kaldırılması hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Hatta
Bediüzzaman'ın bizzat kendisi bu şartlar nedeniyle hayatının
çok büyük bir bölümünü zulüm ve esaret
altında geçirmiştir. Bediüzzaman, hadislerde bildirildiği gibi,
İslam dünyasının üzerindeki bu zulmü kaldıracak kişinin ancak Hz. Mehdi (as)
olacağını belirtmiştir. Kendisinin böyle bir olaya vesile olmadığını ve bu
görevi yerine getirecek olanın Hz. Mehdi (as) olduğunu ifade etmiştir.
Böyle bir cemaat-ı azime (Peygamber
Efendimiz (sav)'in soyundan gelen büyük seyyidler cemaati) içindeki mukaddes
kuvveti tehyic edecek (harekete geçirecek) ve uyandıracak HADİSAT-I AZİME (büyük olaylar)
VÜCUDA GELİYOR (meydana geliyor).141Elbette O KUVVET-İ AZİMEDEKİ
(büyük kuvvetteki) BİR HAMİYET-İ ALİYE (yüce bir gayret) FEVERAN EDECEK
(harekete geçecek)142 veHAZRETİ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yola) VE HAKİKATE
(gerçeğe) SEVK EDECEK.143 (Mektubat, s. 473)
Bediüzzaman, ahir zamanda Müslümanların hamiyet yani
koruma duygularını harekete geçirecek ve gayretlerini artıracak büyük olaylar
yaşanacağına dikkat çekmekte ve Hz. Mehdi (as)'ın Müslümanların önderliğini
üstlenerek, onları doğruya ileteceğini açıklamaktadır:
141) HADİSAT-I AZİME (BÜYÜK OLAYLAR) VÜCUDA
GELİYOR (MEYDANA GELİYOR):
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ahir zamanda
insanları hayrete düşürecek çok büyük olayların meydana geleceği haber
verilmektedir. Ahir zaman, olağanüstü doğa olaylarının yaşanacağı, teknolojik
ilerlemeler neticesinde şaşırtıcı gelişmelerin meydana geleceği bir dönemdir.
Hadislerde bildirildiğine göre, Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışından önce, dünya
genelinde kargaşa, anarşi ve terör artacak, açlık ve yokluk yaygınlaşacak,
Müslümanlar büyük sıkıntılar yaşayacaklardır. İşte böyle bir ortamda Allah, Hz.
Mehdi (as)'yi vesile ederek insanları içine düştükleri durumdan kurtarıp,
onları aydınlığa ve kurtuluşa yöneltecektir. Bediüzzaman da "HADİSAT-I
AZİME" sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş, böyle büyük olayların
meydana gelmesinin Hz. Mehdi (as)'ın gelişinden önce oluşacak olan ortamın bir
alameti olduğunu ifade etmiştir.
142) O KUVVET-İ AZİMEDEKİ (BÜYÜK KUVVETTEKİ) BİR
HAMİYET-İ ALİYE (YÜCE BİR GAYRET) FEVERAN EDECEK (HAREKETE GEÇECEK):
Bediüzzaman "HAMİYET-İ ALİYE FEVERAN
EDECEK" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin çıkışından önce
Müslümanların hamiyet duygularının harekete geçeceği zorlu bir ortam olacağına
dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman'a göre bu zorlu ortam, Müslümanların
gayretini artıracak ve böylece Müslümanlar büyük bir manevi güç elde
edeceklerdir. Bu ortam günümüzde yani ahir zamanda meydana gelmektedir.
Dünyanın birçok yerinde İslam'a ve Müslümanlara karşı oluşturulan zorlu
ortamlar, Müslümanlar arasında İslami hamiyet duygusunu artırmakta ve bu da
Müslümanları çözüm yolları aramaya sevk etmektedir. Bediüzzaman da bu
sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın çıkışından önce gerçekleşecek olan bu durumu
hatırlatmaktadır. Bediüzzaman burada kullandığı "FEVERAN EDECEK
(HAREKETE GEÇECEK)" sözleriyle "GELECEK BİR
ZAMANDA"gerçekleşecek bir olaya işaret ederek "Hz. Mehdi
(as)'ın İLERİDEKİ BİR TARİHTE ORTAYA ÇIKACAĞINI" ve bu görevi
üstleneceğini haber vermektedir. Eğer böyle bir durum Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde oluşmuş olsaydı, kuşkusuz ki Bediüzzaman bunu o dönemin zamanını ifade
eden bir kelime ile açıklardı. Ancak Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın çıkışı o
dönemde henüz gerçekleşmemiş olduğu için bunu gelecek zaman ifade eden "feveran
edecek" sözleriyle dile getirmiştir.
143) HAZRET-İ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (HAK
YOLA) VE HAKİKATE (GERÇEĞE) SEVK EDECEK:
Bediüzzaman bu sözüyle, Müslümanlarda oluşan İslam'ı
koruma gayretinin artması sonucunda, Hz. Mehdi (as)'ın başa geçerek insanları "TARİK-I
HAK VE HAKİKATE" yani "HAK YOLA VE GERÇEĞE" yönelteceğini
bildirmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın, hamiyet duyguları artan Müslüman
toplumunun manevi lideri olacağını söylemektedir. Dikkat edilirse
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'dan yine "BİR ŞAHIS" olarak
bahsetmektedir. "Hz. Mehdi (as)'ın MÜSLÜMANLARIN ÖNDERLİĞİNİ
ÜSTLENECEĞİNİ" bildirmektedir.
Bir şahs-ı manevinin ya da topluluğun,
"önderlik" veya "liderlik" yapması söz konusu değildir.
Bediüzzaman da ahir zamanda Hz. Mehdi (as)'ın Müslümanların lideri olacağını
belirterek manevi bir kişi olmadığını, "BİR ŞAHIS" olduğunu
ifade etmektedir.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ KİTABINDAN ALINTILAR
Ümmetin beklediği, AHİR ZAMANDA GELECEK144ZATIN145ÜÇ
VAZİFESİNDEN146EN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI
(değerlisi) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma yoluyla
yaymak) VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN (sapkınlıktan) KURTARMAK...147 (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın üç büyük görevinden
birincisinin ve en önemlisinin gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan
kurtulmasına vesile olması olduğunu belirtmiştir:
144) AHİR ZAMANDA GELECEK:
Bediüzzaman "AHİR ZAMANDA GELECEK" diyerek
Hz. Mehdi (as)'ın kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini ifade etmiştir.
Eğer Bediüzzaman, kendi yaşadığı dönemde ya da öncesinde Hz. Mehdi (as)'ın
gelip faaliyetlerine başladığı kanaatinde olsaydı, hiç şüphesiz "GELECEK" kelimesi
yerine "gelmiş" ya da "geldi" gibi sözler kullanırdı. Ancak
böyle bir durum henüz gerçekleşmediğinden, Bediüzzaman da Hz. Mehdi (as)'ın
geliş vaktinin "İLERİDE" olacağını belirten bir
kelime kullanmıştır.
Bediüzzaman "GELECEK" kelimesini,
bu kitapta yer alan Hz. Mehdi (as) ile ilgili sözlerinde pek çok defa
kullanmıştır. Bu sözündeki de Bediüzzaman'ın "8. KEZ"tekrarladığı "GELECEK" kelimesidir.
Bediüzzaman, aynı ifadeyi 8 defa tekrarlayarak bu konuya kesinlik kazandırmış
ve Hz. Mehdi (as)'ın kendisinden sonraki bir zamanda ortaya çıkacağı konusunda
hiçbir şüpheye yer bırakmamıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi (as)'ın "GELECEK
BİR ŞAHIS" olduğunu da ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı manevinin "GELMESİ"nden
değil, ancak"OLUŞMASI"ndan bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu
sebeple "ahir zamanda oluşacak" dememiş, "ahir zamanda
GELECEK" sözlerini kullanarak, Hz. Mehdi (as)'ın"BİR
ŞAHIS" olduğunu açıklamıştır.
145) ZATIN:
Bediüzzaman kullandığı "ZAT" ifadesi
ile ise, Hz. Mehdi (as)'ın "manevi bir varlık" değil, "BİR
ŞAHIS" olduğunu olabilecek en açık şekilde izah etmiştir.
Bilindiği gibi "ZAT" kelimesinin sözlük anlamı, "KİŞİ,
KİMSE, ŞAHIS"dır. Aynı zamanda da "tekil" yani "BİR
KİŞİ"den bahsedildiğini açıklayan bir ifadedir. Bilinen bir kişiyi
belirtmek amacıyla kullanılır. Aynı zamanda da bir saygı ifadesidir. Onlarca
risaleyi birbirinden hikmetli ifadelerle kaleme alan büyük İslam alimi
Bediüzzaman da hiç şüphesiz ki bu kelimenin anlamını tüm detaylarıyla çok iyi
bilmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olacağını
anlatmak isteseydi, kuşkusuz ki bunu açıkça belirtecek kadar kesin
anlamlar ile "BİR İNSAN"ı ifade eden "ZAT" kelimesini
kullanmazdı. Bunun yerine "şahs-ı manevi" kavramını ifade edecek
birbirinden hikmetli çok çeşitli kelimeler seçebilirdi. Buna rağmen açıkça "ZAT" kelimesini
tercih etmiş olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (as)'ın bir şahıs olduğu
konusundaki kanaatini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ayrıca Bediüzzaman "ZAT" kelimesini,
buraya kadar yer alan sözlerinde toplam "9. KEZ" kullanmıştır.
Bediüzzaman gibi yüksek ilim sahibi bir şahsın, bir kelimeyi aynı konuda 9 kez
tekrarlaması, elbette ki belirli bir hikmet üzerinedir. Hiç şüphe yok ki
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın bir şahıs olduğu konusunda çok kesin bir kanaate
sahiptir ve bu kanaati doğrultusunda müminleri de en doğru şekilde
bilgilendirmektedir.
146) ÜÇ VAZİFESİNDEN:
Bediüzzaman, Müslümanların beklediği, ahir zamanda
gelecek mübarek şahsın tek bir görevi olmayacağını bildirmiştir. Bu
şahsın "ÜÇ BÜYÜK VE KAPSAMLI GÖREVİ" olacağını ifade
etmiştir. Bediüzzaman bu görevlerin;
1) "İnsanların imanını kurtarmak,
2) İslam Birliğini kurmak ve tüm dünya Müslümanlarının önderi olmak,
3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak ve Hıristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu" açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den bu yana gönderilen müceddidler arasında, 1400 yıldır bu görevlerin birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş İslam büyükleri olmuştur. İslam tarihinde insanların imanına vesile olan bir çok büyük âlim vardır. Osmanlı padişahları İslam Birliğini yönetmiş Müslüman önderlerdir. Fakat hiçbiri, bahsedilen üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz. Mehdi (as)'ın bu özelliğini vurgulayarak, bu üstün vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde geldiğinden bahsedilemeyeceğini, bu görevlerin yapılmasının, onu insanlara tanıtan alameti olacağını belirtmiştir.
2) İslam Birliğini kurmak ve tüm dünya Müslümanlarının önderi olmak,
3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak ve Hıristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu" açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den bu yana gönderilen müceddidler arasında, 1400 yıldır bu görevlerin birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş İslam büyükleri olmuştur. İslam tarihinde insanların imanına vesile olan bir çok büyük âlim vardır. Osmanlı padişahları İslam Birliğini yönetmiş Müslüman önderlerdir. Fakat hiçbiri, bahsedilen üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz. Mehdi (as)'ın bu özelliğini vurgulayarak, bu üstün vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde geldiğinden bahsedilemeyeceğini, bu görevlerin yapılmasının, onu insanlara tanıtan alameti olacağını belirtmiştir.
147) EN MÜHİMMİ (ÖNEMLİSİ) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN
KIYMETDARI (DEĞERLİSİ) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (GERÇEK İMANI) NEŞR (YAZMA VE
DAĞITMA YOLUYLA YAYMAK) VE EHL-İ İMANI (İMAN EDENLERİ) DALALETTEN
(SAPKINLIKTAN) KURTARMAK:
Bediüzzaman "İMANI KURTARMA GÖREVİ"nin,
ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi (as)'ın üç vazifesinden birincisi olduğunu
belirtmiştir. Ve bu görevi, Hz. Mehdi (as)'ın "en önemli ve en kıymetli
vazifesi"olarak adlandırmıştır. Ahir zamanda gelecek olan bu
mübarek şahsın kendi döneminde "çok büyük ve önemli bir iman
hizmeti" gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bu hizmetin çapı daha önce
kimseye nasip olmamış büyüklükte olacaktır. Bediüzzaman burada kullandığı"NEŞR" kelimesiyle
iman hakikatlerinin her türlü imkan kullanılarak, çeşitli kitle iletişim
araçlarıyla yapılacağına dikkat çekmiştir. Doğal olarak bu şekilde imanı yayma
çalışması da dünyadaki tüm insanlar tarafından bilinecektir. Ahir zamanda mesih
deccalin fitnesi tüm insanları çepeçevre sarmış olacak, bu büyüklükteki bir
fitneyi etkisiz hale getirip inananların imanını korumak da Hz. Mehdi (as)'ın
en büyük vazifelerinden biri olacaktır. Bediüzzaman bugüne kadar böyle büyük
çapta bir "imanı kurtarma görevi"nin hiçbir müceddid tarafından
yerine getirilmediğine ve Hz. Mehdi (as)'ın de bu görevini, böyle büyük bir
etki bırakacak şekilde gerçekleştirmesiyle tanınacağına işaret etmiştir.
... Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; SONRA GELECEK148O149MÜBAREK
ZAT150RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK
(yazma ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak).151 (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha Hz. Mehdi (as)'ın
gelişini müjdelemiş ve bu mübarek zatın, faaliyetlerini yerine getirirken
kendisini "Hz. Mehdi (as)'a zemin hazırlayan bir öncü" olarak
tanımlayan Bediüzzaman'ın eserlerinden de istifade edeceğini belirtmiştir:
148) SONRA GELECEK:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'dan bahsettiği sözlerinin
pek çoğunda tekrarladığı "GELECEK" ifadesini burada
da "9. KEZ" kullanmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle
Hz. Mehdi (as)'ın, önceki müceddidlerin ve Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemlerde
gelmediğini söylemiş; bu mübarek zatın bunların hepsinden "SONRA" geleceğini"9.
KEZ" ifade etmiştir. Ayrıca Bediüzzaman bu durumu, yalnızca
gelecek zaman ifade eden bir fiil kullanarak değil, bunu bir de "SONRA" kelimesiyle
destekleyerek çok kesin bir üslupla açıklamıştır.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi (as)'ın
"bir şahs-ı manevi" olmadığını, "belirli bir zamanda
gelecek BİR ŞAHIS olduğunu" da açıkça belirtmiştir.
149) O:
Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'dan "BİR
KİŞİLİK ZAMİRİ" olan ve "TEK BİR KİŞİ"yi
ifade eden "O" kelimesiyle bahsetmiştir.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (as)'yi tanımlamak için böyle bir sözcük seçmiş olması
ise elbette ki bir tevafuk değildir. Bediüzzaman kitabın başından bu
yana yer verilen sözlerinin pek çoğunda, Hz.
Mehdi (as) için yine "O" zamirini kullanmıştır.
Burada da "O" kelimesini "12.
DEFA" kullanmaktadır. Kuşkusuz ki yüzlerce sayfadan, onlarca
kitaptan oluşan büyük bir külliyat meydana getiren büyük mütefekkir
Bediüzzaman, eserlerinde kullandığı her hikmetli kelime gibi, bu sözcüğü de son
derece bilinçli ve kasıtlı bir şekilde bu kadar çok tekrarlamıştır. Çok açıktır
ki Bediüzzaman Müslümanlara, Hz. Mehdi (as)'ın sadece "maneviyat ifade
eden bir kavram" olmadığını belirtmekte, ahir zamanda tüm inananların
sorumluluğunu üstlenecek özelliklere sahip "BİR İNSAN", "BİR
ŞAHIS" olduğunu müjdelemektedir.
150) MÜBAREK ZAT:
Bediüzzaman, aynı sözü içerisinde tekrar tekrar "ZAT" kelimesini
kullanarak Hz. Mehdi (as)'ın müminlere önderlik edecek "BİR
ŞAHIS" olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Burada da Bediüzzaman bu
sözcüğü "10. KEZ" kullanmaktadır.
Bediüzzaman ayrıca burada "ZAT" kelimesini
bir de nitelendirmekte ve Hz. Mehdi (as)'ın "NASIL BİR ZAT" olduğunu
da açıklamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın "MÜBAREK BİR
ZAT" olduğunu belirtmektedir. "MÜBAREK" kelimesi "İlahi
hayrın bulunduğu" anlamına gelmektedir. Bediüzzaman da burada
kullandığı bu "mübarek" sıfatıyla Hz. Mehdi (as)'ın imanını, yerine
getireceği vazifeleri övmektedir. Bediüzzaman verdiği tüm bu detaylı bilgilerle
Müslümanlara Hz. Mehdi (as)'ın ahlakını ve mücadelesini tanıtmakta, bu üstün ahlaklı
şahsın hangi özellikleriyle tanınabileceğini anlatmaktadır.
151) RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK
EDECEK (YAZMA VE DAĞITMA YOLUYLA YAYACAK VE UYGULAYACAK):
Bediüzzaman eserlerinde, Hz. Mehdi (as)'dan önceki
yüzyılın müceddidi olması sebebiyle kendisini "Hz. Mehdi (as)'ın bir
öncüsü", "ona zemin hazırlayan bir askeri" olarak tanımlamıştır.
Yine bir sözünde de, "kendisinin ektiği tohumların Hz. Mehdi (as) tarafından
geliştirileceğini ve bu mübarek şahıs vesilesiyle bu tohumların
sümbülleneceğini" anlatarak, Hz. Mehdi (as)'ın gelişinden önce yaptığı
çalışmalarla ona "bir ön hazırlık" yaptığını anlatmaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde de Risale-i Nur Külliyatı'nın Hz. Mehdi (as)'ın
tebliğinde kullanacağı bir ön hazırlık olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman,
ortaya çıktığında Hz. Mehdi (as)'ın, Risaleleri hazır yazılmış olarak
bulacağını ve imanı kurtarma vazifesinde Risaleler'den faydalanacağını
belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını,
Hz. Mehdi (as)'ın "KENDİSİNDEN SONRAKİ DÖNEMDE GELECEK BİR ŞAHIS
OLDUĞUNU" bir kez daha açıklığa kavuşturmuştur.
O152ZATIN153İKİNCİ
VAZİFESİ, ŞERİATI (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine getirmektir).154 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi (as)'ın ikinci
görevinin Kuran ahlakının esaslarının tam olarak yaşanmasına vesile olmak
olduğunu açıklamaktadır:
152) O: Bediüzzaman burada da "13.
KEZ" Hz. Mehdi (as) için, "BİR ŞAHIS ZAMİRİ" olan "O" kelimesini
kullanmıştır. Bediüzzaman sözlerinde sık sık tekrarladığı bu kelime ile, ahir
zamanda ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi (as)'ın "manevi bir önder"
değil, bizzat müminlerin başına geçerek, onları hidayete yöneltecek "BİR
ŞAHIS" olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman ayrıca burada "onlar" gibi çoğul
bir topluluğu ifade eden bir kelime de kullanmamış, Hz. Mehdi (as)'ın "TEK
BİR KİŞİ" olduğunu ifade eden "O"sözcüğüne
yer vermiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı
manevi olmadığı konusundaki kesin kanaatlerini delilleriyle birlikte ortaya
koymuştur.
153) ZATIN:
Bediüzzaman buradaki "ZAT" kelimesiyle,
aynı cümle içerisinde Hz. Mehdi (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğu
konusuna açıklık getiren ikinci bir vurgulama daha yapmıştır. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi (as)'dan bahsettiği hemen her sözünde tekrarladığı bu kelimeyi, burada da "11.
KEZ" kullanmıştır. Bediüzzaman bu kadar çok tekrarladığı bu
sözüyle, Hz. Mehdi (as)'ın kesinlikle "manevi bir varlık" olmadığını
açıklamış ve Müslümanların bu kutlu "ŞAHIS" hakkında
en doğru şekilde bilgilenmelerini sağlamıştır.
154) İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (KURAN AHLAKININ
ESASLARINI VE PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SÜNNETİNİ) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR
(UYGULAMAK VE YERİNE GETİRMEKTİR):
"İCRA VE TATBİK ETMEK", "uygulamak,
yürürlüğe sokmak, yerine getirmek" demektir.
Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi (as)'ın, Kuran ahlakının gerekliliklerini
ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini tüm insanlar arasında
uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi
(as)'ın İslam Birliğini oluşturması ve tüm Müslümanların liderliğini
üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir. Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak, bu
vazifeyi daha kimsenin yerine getirmemiş olduğuna ve gerçekleştiğinde de bunun,
Hz. Mehdi (as)'ın en önemli alametlerinden biri olacağına dikkat çekmiştir.
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil,
belki kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın
hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle (kalpten bağlılıkla) olduğu halde, BU
İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ
VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN (yerine getirilebilsin).155 (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın ikinci görevinin ancak
"büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyetle" gerçekleştirilebileceğini
belirtmiştir:
155) BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE
HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN (YERİNE GETİRİLEBİLSİN):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın ikinci görevini ancak "BÜYÜK
BİR MADDİ KUVVET VE HAKİMİYETLE" gerçekleştirilebileceğini
vurgulamıştır. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi (as)'dir. Bediüzzaman,
Hz. Mehdi (as)'ın bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak,
onun sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda
olacağına dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana böyle bir
güç ve hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman da yaşadığı süre içerisinde böyle
bir güç ve hakimiyet sahibi olmamıştır. Tüm hayatını Kuran ahlakının tebliğine
adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir hizmet
vermiştir. Ancak onun tebliği maddi bir kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil,
gayet zor maddi şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hem
Bediüzzaman hem de talebeleri büyük iman hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla
gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu zorluklar içerisinde, Bediüzzaman şerefli
mücadelesini sürdürmüş ve ihlasıyla, samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir
örnek teşkil etmiştir. Ancak bizzat kendisinin de belirttiği gibi, bu durum,
Hz. Mehdi (as)'ın elde edeceği "gayet büyük maddi kuvvet ve hakimiyet"in
Bediüzzaman'ın hayatında söz konusu olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Nitekim
Bediüzzaman da, kendisine Mehdilik isnad eden kimselere Hz. Mehdi (as)
olmadığını bu delili de öne sürerek açıklamıştır.
O156ZATIN157 üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ (İslam
halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA EDEREK (İslam birliği üzerine kurarak),158İSEVİ
RUHANİLERİYLE (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP
(iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM'A (İslam dinine) HİZMET
ETMEKTİR.159BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT160 ve KUVVET161 veMİLYONLAR FEDAKARLARLA
(MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (yerine
getirilebilir).162 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın bir başka görevinin de
İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu
bildirmiştir:
156) O:
Bediüzzaman, bu sözünde "14.
KEZ" "O" zamirini kullanmış ve Hz. Mehdi (as)'ın "BİR
ŞAHIS" olduğunu bir kez daha tekrarlamıştır. Eğer Bediüzzaman,
Hz. Mehdi (as)'ın "manevi bir isim" ya da "birçok insandan
oluşan bir topluluk" olduğunu düşünseydi, elbette ki tüm bu iddiaları
reddedecek açıklıkta bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi (as)'dan "O
ZAT" sözleriyle bahsetmezdi. Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz.
Mehdi (as)'ın "TEK BİR ŞAHIS" olduğunu belirtmiş ve
aksi yöndeki tüm düşüncelerin geçersizliğini ortaya koymuştur.
157) ZATIN:
Bediüzzaman, "KİŞİ, KİMSE YA DA
ŞAHIS" anlamına gelen "ZAT" kelimesini
bu sözlerinde de "12. KEZ" tekrarlamış ve Hz. Mehdi
(as)'ın tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenecek, "üstün
vasıflı BİR İNSAN" olduğunu yeniden vurgulamıştır.
158) HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ (İSLAM HALİFELİĞİNİ)
İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA EDEREK (İSLAM BİRLİĞİNİN ÜZERİNE KURARAK):
Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın üçüncü vazifesinin İslam
toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu
belirtmiştir.
Hz. Mehdi (as)'ın İslam birliğini kurup Hıristiyan
önderlerle ittifak etmesi ve bu vesileyle İslam'a hizmet etmesi Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde ve öncesinde de gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu
vazifenin Allah'ın izniyle Hz. Mehdi (as) tarafından yerine getirileceğini
belirterek, kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını bir kez daha
delillendirmiştir.
159) İSEVİ RUHANİLERİYLE (DİNDAR HIRİSTİYANLARLA
VE HIRİSTİYAN ALİMLERİYLE) İTTİFAK EDİP (İŞ BİRLİĞİ VE DAYANIŞMA İÇERİSİNE
GİREREK) DİN-İ İSLAM'A (İSLAM DİNİNE) HİZMET ETMEKTİR:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın İslam toplumunu
birleştirip Hıristiyan önderleriyle, İslam ve Hıristiyanlığın ortak cephesi
olan "materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla
İslam dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bir Kuran ayetinde bildirildiği
gibi, "... iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da:
"Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz
ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları
nedeniyledir." (Maide Suresi, 82) samimi Müslümanlar ve samimi
Hıristiyanlar birbirlerinin doğal müttefikidirler. Dinsizliğe karşı ortak bir
fikri mücadele yürütmeleri ve yardımlaşmaları gerekir. Ahir zamanda bu
dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) vesilesiyle
yaşanacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın bu önemli
alametine dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, kendisi hayatta iken henüz
gerçekleşmemiş olan bu gelişmeleri hatırlatarak, Hz. Mehdi (as)'ın kendisinden
sonraki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu müjdelemektedir.
160) BU VAZİFE PEK BÜYÜK BİR SALTANAT: ve
161) KUVVET:
Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve Hıristiyan
dünyasının hak din adına ittifak etmesi gibi büyük bir olayın ancak üç şartın
oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman "PEK
BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET" sözleriyle bu şartlardan ikisini
açıklamaktadır. "Saltanat" kavramı, güç ve yetki ifade eden bir
kelimedir. "KUVVET" kavramı ise "istediği şeyi
icra edebilme gücü yani yetki"yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi
(as)'ın İslam birliğini oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve "pek
büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağınbildirmiştir. Bediüzzaman'ın "PEK
BÜYÜK"sözleri, Hz. Mehdi (as)'ın sahip olacağı bu kuvvetin ve
saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir. Böyle büyük bir kuvvetin
Bediüzzaman ve ondan önceki müceddidlerin zamanında gerçekleşmediği bilinen bir
gerçektir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi (as)'ın bu önemli alametini vurgulayarak,
bu mübarek zatın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini, ortaya çıktığında
ise bu özellikleriyle tanınacağını hatırlatmıştır.
162) MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE
KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (YERİNE GETİRİLEBİLİR):
Bediüzzaman "MİLYONLAR FEDAKARLARLA
TATBİK EDİLEBİLİR" sözleriyle, Hz. Mehdi (as)'ın üçüncü
vazifesini yerine getirebilmesi için gerekli olan üçüncü şartın "MİLYONLARCA
FEDAKARLAR" olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi (as)'a tabi olan, onu destekleyen milyonlarca kişi olacağını bildirmiştir.
Böyle geniş çaplı bir destek Bediüzzaman'ın iman hizmetinde söz konusu
olmamıştır. Dahası, Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın bu görevini yerine
getirebilmesi için sadece "milyonları aşan fedakarane bir destek"
değil, aynı zamanda "büyük bir kuvvet, kudret ve hakimiyet"in de
bununla birarada oluşması gerektiğini belirtmiştir. Bu gerçeği hatırlatarak da,
Hz. Mehdi (as)'ın kendi yaşadığı devirde gelmemiş olduğunu ortaya koymuştur.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört
derece daha ziyade kıymetdardır (değerlidir), fakat O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK
PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (alanda) VE ŞA'ŞALI (gösterişli) BİR
TARZDA OLDUĞUNDAN163UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (genelin ve halkın
gözünde) DAHA EHEMMİYETLİ (önemli) GÖRÜNÜYORLAR.164 (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın ikinci ve üçüncü
görevlerinin, birincisine kıyasla çok daha geniş bir alanda etki oluşturacak
büyük icraatlar olduğunu açıklamıştır.
163) O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE
ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (ALANDA) VE ŞA'ŞALI (GÖSTERİŞLİ) BİR TARZDA OLDUĞUNDAN:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın ikinci ve
üçüncü görevlerinin çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli, görkemli
ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu belirtmektedir. Nitekim, İslam
Birliğini kurmak, tüm Müslümanların manevi liderliğini üstlenmek,
Hıristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını
yeryüzüne hakim kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli
olaylarından olacaktır. Bediüzzaman'ın sözünü ettiği bu vazifeler
Bediüzzaman'ın yaşadığı devirde ve İslam tarihinin hiçbir döneminde, Hz. Mehdi
(as) döneminde olacağı gibi yaşanmamıştır. Bediüzzaman'ın ihtişamlı
faaliyetlerini bu derece detaylı tarif ettiği kişi, kendisinden sonra
geleceğini ve bu üç vazifeyi en gösterişli biçimde yerine getireceğini ifade
ettiği Hz. Mehdi (as)'dir.
164) UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (GENELİN VE
HALKIN GÖZÜNDE) DAHA EHEMMİYETLİ (ÖNEMLİ) GÖRÜNÜYORLAR:
Bediüzzaman bu ifadeleriyle Hz. Mehdi (as)'ın
faaliyetlerinin, toplumun genelinin gözleri önünde, apaçık bir şekilde
gerçekleşeceğini ve insanlarda takdir ve hayranlık uyandıracağını
belirtmektedir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, ahir zamanın son dönemindeki
bu olaylar; Hz. Mehdi (as)'ın iktidar ve hâkimiyeti çok açık delillerle ve tüm
dünyanın şahit olacağı bir şekilde yaşanacaktır. Deccalin fitnesi ortadan
kalkacak, yeryüzünü huzur barış ve adalet dolduracaktır. Böylesine tüm dünyanın
gözleri önünde seyreden büyük gelişmeler ve değişimler önceki müceddidlerin
zamanında yaşanmamıştır. Bediüzzaman da bu önemli konuyu vurgulayarak, tüm
bunların yakın bir gelecekte Hz. Mehdi (as) döneminde gerçekleşeceğini
müjdelemiştir.
TA
AHİR ZAMANDA165, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya
çapında)166ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri)167CENAB-I
HAKK'IN İZNİYLE GELİR168, O DAİREYİ GENİŞLETİR169
ve O
TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR.170 BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH'A
ŞÜKREDERİZ.171 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 138)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın ahir zamanda ortaya
çıkacağını haber vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as) ve talebelerini
Risale-i Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un
başlattığı hizmeti bu mübarek şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir:
165) TA AHİR ZAMANDA:
Bediüzzaman burada kullandığı "TA AHİR
ZAMANDA" sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın geleceği zamanı
belirtmektedir. Bediüzzaman bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi (as)'ın
kendisinden "İLERİKİ BİR TARİHTE" geleceğini dile
getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı "TA" kelimesi
ise bu konuya açıklık getiren önemli bir ifadedir. "TA" kelimesi
uzaklık ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman bu ekle, ahir zamanın kendi
yaşadığı dönemin çok daha ilerisinde, daha uzakta bir zaman olduğunu ifade
etmektedir. Bediüzzaman Risale-i Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim
içerisinde başlattığı hizmetleri daha ileriki bir tarihte gelecek olan Hz.
Mehdi (as) ve talebelerinin devam ettireceklerini ve bunu dünya çapında bir
hizmete dönüştüreceklerini bildirmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin
Hz. Mehdi (as) olmadığını, Hz. Mehdi (as)'ın kendisinden sonraki bir dönemde
geleceğini açık bir şekilde ifade etmiştir.
166) HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (DÜNYA ÇAPINDA):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın yerine getireceği üç
görevden bahsettiği kimi sözlerinde "dar ve geniş daire" (dar
ve geniş alemler) kavramlarını kullanmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur'un
etkisinin ve bu yolla yapılan iman hizmetinin dar dairede yani sınırlı bir
bölgede yapılan bir faaliyet olduğunu ifade etmiştir. Hz. Mehdi (as)'ın
yapacağı faaliyetlerin ise "HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE" yani "DÜNYA
ÇAPINDA" gerçekleştirileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi (as),
Allah'ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda dünyanın
pek çok yerinde dağınık halde bulunan Müslümanlar arasında İslam birliğini
sağlayacak ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Tüm bunlar Hz. Mehdi
(as)'ın "HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE" yerine getireceği
görevlerin delillerini oluşturacak ve Hz. Mehdi (as)'ın tanınmasını sağlayan
alametler olacaktır. Bediüzzaman da sözlerinin pek çoğunda bu konuyu gündeme
getirerek, bunu, kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığına dair bir delil olarak
göstermiş, Hz. Mehdi (as)'ın yapacağı faaliyetlerin etkisinin büyüklüğünü
hatırlatmıştır.
167) ASIL SAHİPLERİ, YANİ HZ. MEHDİ (AS) VE
ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ):
Bediüzzaman Said Nursi burada ahir zamanda gelecek ve
Kuran ahlakını tüm dünyada hakim kılacak olan Hz. Mehdi (as)'dan,
Bediüzzaman'ın attığı tohumların"ASIL SAHİPLERİ" olarak
bahsetmektedir. Bu açıklamalarına göre, Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya
hakimiyetinin tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi (as) ise bu hakimiyetin
asıl sahibi olacaktır. Hz. İsa (as) ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında
hakim kılacak olan ahir zaman topluluğunun manevi lideri Allah'ın izniyle Hz.
Mehdi (as) olacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as) ve onun
talebeleri için burada kullandığı "ASIL SAHİPLERİ" ifadesiyle
Hz. Mehdi (as)'ın ve talebelerinin dünya çapında yerine getireceği görevlerin
asıl sahibinin kendisi olmadığını açıklamış ve böylece kendisinin Hz. Mehdi
(as) olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir başka
önemli nokta ise, Hz. Mehdi (as) ve onun şahs-ı manevisini oluşturan
talebelerinin iki ayrı kavram olduğudur. Bediüzzaman "Hz. Mehdi
(as) ve şakirtleri" derken burada kullandığı "VE" kelimesiyle
bu duruma açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak ikisinin
biraraya gelmesinden Hz. Mehdi (as)'ın şahs-ı manevisi oluşmaktadır. Ama bu
şahs-ı manevinin oluşabilmesi için başta mutlaka Hz. Mehdi (as) bir şahıs
olarak bulunacaktır. Bediüzzaman da burada "Hz. Mehdi (as) VE
ŞAKİRTLERİ" sözleriyle bu gerçeği dile getirmekte ve Hz. Mehdi
(as)'ın manevi bir şahıs olarak değil, talebelerinin başında ayrı bir şahsiyet
olarak var olacağını ifade etmektedir.
168) CENAB-I HAKK'IN İZNİYLE GELİR:
Bediüzzaman bu sözünde "Cenab-ı Hakk'ın
izniyle GELİR" diyerek öncelikle Hz. Mehdi (as)'ın ahir zamanda
gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü bilindiği gibi "GELME" fiili
manevi bir şahsın gerçekleştirebileceği bir olay değildir. "GELME" fiili
burada açıkça bir insanın gelişini müjdelemek için kullanılmış bir fiildir.
Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olduğunu belirtmek
isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi (as)'ın gelişinden
bahsetmezdi.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı "GELİR" sözüyle,
Hz. Mehdi (as)'ın o dönemde henüz gelmediğini belirtmekte ve ileride geleceğini
ifade etmektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman "geldi" veya
"gelmiş" dememektedir, "İLERİDE
GELECEĞİNİ" ifade etmek için "Ta ahir zamanda gelir"
diyerek, Hz. Mehdi (as)'ın kendisinden ilerideki bir vakitteki gelişinin
zamanını da belirtmiştir.
169) O DAİREYİ GENİŞLETİR:
Bediüzzaman, kendi döneminde imanı kurtarma yolunda
mücadele vermiş ve ahir zaman cemaatine öncülük etmiştir. Bediüzzaman "O
DAİREYİ GENİŞLETİR"sözüyle, kendisinin "dar dairede" yani
"sınırlı bir çevrede" başlattığı iman kurtarma mücadelesinin Hz.
Mehdi (as) zamanında genişleyeceğini ve "DÜNYA ÇAPINDA" neticeleneceğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi (as)
olmadığını, Hz. Mehdi (as)'ın özelliklerini ve yerine getireceği görevlerin
benzersizliğini hatırlatarak ifade etmiştir.
170) O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'dan önce gelmiş,
insanların Allah'ın dininden uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman
hakikatleri üzerinde durarak çok büyük bir imani hareket başlatmıştır. "O
TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR" sözleriyle bu büyük fikri mücadelesini tohum
ekmeye benzetmektedir. Sonradan Hz. Mehdi (as) zamanında bu iman tohumlarının
sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi (as)'ın Bediüzzamanın başlattığı bu imani
çalışmaları genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle kendisinin Hz. Mehdi (as)'dan önceki bir
dönemde yaşadığını, Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin ise kendisinden sonraki bir
dönemde gerçekleşeceğini açıkça ifade etmektedir.
171) BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP ALLAH'A
ŞÜKREDERİZ:
Bediüzzaman, "BİZLER DE KABRİMİZDEN
SEYREDİP" sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği
yani Hz. Mehdi (as)'ın Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde,
kendisinin vefat etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez
daha kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını, onun gelip görevine başladığı
dönemde kendisinin hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.
Hem bu ÜÇ VEZAİF (görevi) BİRDEN172BİR ŞAHISTA YAHUT
CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine
engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR.173 Ahir
zamanda, AL-İ
BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (Peygamberimiz (sav)'in
soyunun nurani cemaatini) TEMSİL EDEN174 HAZRET-İ MEHDİ'DE VE
CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE175 ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (biraraya
gelebilir, toplanabilir)176 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi,
s. 156)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi (as)'ın üç görevi
olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi
(as)'ın en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman
kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak
Hz. Mehdi (as)'ın gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
172) ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi
(as)'ın yerine getireceği üç görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi (as)'ın en önemli alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine
getirmesi olduğunu belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist,
Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların
fikren tam olarak susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının manevi oarak
liderliğini üstlenerek İslam Birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran
ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm
yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi (as), bu
görevlerin üçünü birden yerine getirecektir. Bu alamet, onun tanınmasını
sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden olacaktır. Bediüzzaman eserlerinde
Hz. Mehdi (as)'ın aynı anda, "SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE
DİYANET MEHDİSİ" olarak üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu
üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman, Kuran ahlakını
dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman
şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi (as)'ın
yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade
etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın "BÜYÜK MEHDİSİ" ünvanını
alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur'un da Hz. Mehdi
(as)'ın üç görevinden birincisi olan "imanı kurtarmak" görevini
yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu hizmetin dar dairede sınırlı
kaldığını, Hz. Mehdi (as)'ın geniş dairedeki görevlerini ise ancak Büyük
Mehdi'nin gerçekleştireceğini açıklamıştır. Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığı
zaman, hadislerde de belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia etmeyecek ya da bunun
propagandasını yapmayacaktır. Hz. Mehdi (as)'ın burada sayılan büyük
icraatları, bu kutlu şahsın ortaya çıktığının en büyük ispatı ve delili
olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın "ÜÇ VEZAİF
(GÖREVİ) BİRDEN" yerine getireceğini hatırlattığı bu sözüyle
konunun önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere,
önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğini
belirterek Hz. Mehdi (as)'ın o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade
etmektedir.
173) HEM BU ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN BİR
ŞAHISDA, YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ
CERHETMEMESİ (BİRBİRİNE ENGEL OLMAMASI) PEK UZAK, ADETA KABİL (MÜMKÜN)
GÖRÜLMÜYOR:
Bediüzzaman "BU ZAMANDA" sözleriyle
kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi (as)'ın
yerine getireceği üç görevi birden mükemmel bir
biçimde, hakkıyla ve biri diğerine mani olmadan,
zarar vermeden, eksiksiz ve kusursuz olarak başarabilecek bir şahıs ya da
cemaat bulunmadığını belirtmektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü
olduğunu "PEK UZAK" ve "ADETA KABİL
(MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR" sözleriyle açıkça belirtmiştir.
Bu da, Hz. Mehdi (as)'ın Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ortaya
çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman
ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini
yerine getireceğini bildirmektedir.
174) AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ
(PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNUN NURANİ CEMAATİNİ) TEMSİL EDEN:
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi (as)'ın
hadislerde bildirildiği üzere "seyyid" yani "Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelen bir kimse" olacağını,"kendisinin
ise seyyid olmadığını" belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu
konuya bir kez daha açıklık getirmekte, "AL-İ BEYT'İ NEBEVİNİN
CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN" sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın
Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak
kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını ifade etmektedir.
175) Hz. Mehdi (as) VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE:
Bediüzzaman burada çok önemli bir gerçeği
açıklamaktadır. Bu söz, Hz. Mehdi (as)'ın manevi bir kişi değil, bir şahıs
olacağını göstermektedir. Zira Bediüzzaman, "Hz. Mehdi (as) VE
cemaatindeki şahs-ı manevide" sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın
şahsından ve onun şahs-ı manevisini oluşturan cemaatinden ayrı kavramlar olarak
bahsetmektedir. Aradaki "VE" kelimesi, "Hz.
Mehdi (as)'ın ve cemaatinin iki farklı varlık olduğunu" ifade
etmektedir. Hz. Mehdi (as)'ın kutlu şahsıyla birlikte, bir de onun şahs-ı
manevisini oluşturan bir cemaati olacaktır. Hz. Mehdi (as)'ın şahsı olmadan,
böyle bir şahs-ı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği
ifade etmekte ve Hz. Mehdi (as)'ın bir şahıs olacağını müjdelemektedir.
176) ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (BİRARAYA GELEBİLİR,
TOPLANABİLİR):
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir
zamanda gelecek Hz. Mehdi (as)'ın yerine getirebileceği görevlerdir.
Bediüzzaman, burada kullandığı"ANCAK" kelimesiyle bir
başkasının bu görevleri başarmasının Allah'ın dilemesiyle "İMKANSIZ" olduğunu
belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi (as)'ın yerine
getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi (as) da kaderinde böyle takdir
edildiği için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir.
İslam tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi,
Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini
vurgulamaktadır.
Çok zaman evvel bir ehl-i
velayetten (veli şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi
işaretlerinden istihrac etmiş (manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati gelmiş ki:
'Şark tarafından bir nur zuhur edecek (ortaya çıkacak), bidatlar zulümatını
(dine sonradan girmiş hurafeleri) dağıtacak BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM
(gözledim) VE EDİYORUM.177FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.178ÖYLE
İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR.179VE ANLADIK
Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANİ ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ
(hazırlıyoruz).180 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as) ve yardımcılarını
"baharda gelecek kudsi çiçekler" olarak nitelendirmiş, kendisinin
ise, "yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa zemin hazırlayan bir öncü"
olduğunu belirtmiştir:
177) BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ORTAYA
ÇIKIŞINI) ÇOK İNTİZAR ETTİM (GÖZLEDİM) VE EDİYORUM:
Bediüzzaman, "BİR NUR" olarak
ifade ettiği ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışını çok
gözlediğini ve hala da gözlemekte olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu
sözleriyle çok açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını ve
kendisinin de bu mübarek şahsın çıkışını büyük bir heyecanla gözlediğini
belirtmektedir. Yalnız Bediüzzaman değil, sahabeler döneminden itibaren
milyonlarca samimi Müslüman, İslam alimleri, mezhep imamları, müçtehidler Hz.
Mehdi (as) ve beraberindeki müminlere karşı derin bir sevgi beslemişlerdir.
1400 yıldır bu mübarek zatı sevgi ve saygıyla anmışlardır. Ona ve cemaatine dua
etmişler, onlar için Allah'tan yardım dilemişlerdir. Hz. Mehdi (as) ve cemaati
gelmiş geçmiş tüm Müslümanların ortak dostudur. Tüm inananlar için şevk ve
heyecan vesilesidir. Bediüzzaman da sözlerinde bu bakış açısını dile
getirmekte, kendisinin de büyük bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi (as)'ın
gelişini beklediğini ifade etmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı "ÇOK
İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM" yani "ÇOK GÖZLEDİM VE
GÖZLÜYORUM" sözleriyle bu durumu dile getirmiş, ancak hayatta
olduğu süre içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının gerçekleşmediğini
bildirmiştir.
178) FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR:
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi (as) ve
cemaatine karşı içten ve derin bir sevgi sahibidir. Hz. Mehdi (as) ve
yanındakilerin güzel ahlakını ve mücadelelerini "ÇİÇEKLER"e
benzetmekte ve onların baharda, yeryüzünün tüm güzelliklerinin ortaya çıktığı
dönemde geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)'ın geleceği
dönemi karanlık kara bir kışın ardından gelen aydınlık, güneşli, güzelliklerle
dolu bir bahara benzetmektedir. Bediüzzaman'ın çiçek benzetmesi bu dönemde
yaşanacak huzur, barış adalet ve güzellikleri anlatmak için yapılmış çok güzel
bir örneklendirmedir. Bediüzzaman bu bahar döneminin çok yakın olduğunu
bildirmektedir. Bir başka açıklamasında ise kendisinin "acele edip kışta
geldiğini" belirtmiş; nasıl kışın hemen ardından bahar geliyorsa, ahir
zamanda gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden hemen sonra baharı
getireceğini müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde
kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını, ancak bu mübarek zata ortam hazırlayan
bir öncüsü olduğunu ifade etmiştir.
179) ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR
ETMEK LAZIM GELİR:
Bediüzzaman bir kez daha "KUDSİ
ÇİÇEKLER" sözleriyle bahsettiği Hz. Mehdi (as) ve talebelerine
karşı olan sevgisini dile getirmiş, Hz. Mehdi (as)'ın gelişini çok gözlediğini
ve halen de gözlemeye devam ettiğini belirtmiştir. Bu durumda gelecek olan
şahıslara, yani Hz. Mehdi (as) ve cemaatine zemin hazırlamak gerektiğini
söyleyen Bediüzzaman, kendisinin ve cemaatinin bu görevi
üstlendiğini ifade etmiştir. Onlardan önce gelip onlar için ön bir
hizmet ve hazırlık yaptığını söyleyerek, Hz. Mehdi (as)'ın
kendisinden sonra gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha dile getirmiştir.
180) VE ANLADIK Kİ BU HİZMETİMİZLE O NURANİ
ZATLARA (NURLU ŞAHISLARA) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (HAZIRLIYORUZ):
Bediüzzaman "ANLADIK Kİ" sözleriyle,
kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığı, ancak yaptığı hizmetlerle bu mübarek kişiye
zemin hazırlamakta olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir. "ANLADIK
Kİ" ifadesi, Bediüzzaman'ın kalbine gelen gerçeği ve
Bediüzzaman'ın bu gerçeğe net ve samimi olarak inandığını göstermektedir.
Bediüzzaman bu kelimeyle, tevazu gereği böyle bir söz söylemediğini,
delilleriyle açıkça ortada olan bu konuda kesin kanaatini ifade ettiğini ortaya
koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde "HİZMETİMİZLE" diyerek
çoğul bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman bu hizmette tek başına
değildir; kendisine yardımcı olan Nur cemaati de vardır. Bediüzzaman
"hizmetimizle" derken tüm Nur talebelerini de bu hizmete dahil
etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman burada "O NURANİ
ZATLARA" sözleriyle, Hz. Mehdi (as) ve talebelerinin "BİRER
ŞAHIS" olduklarını yeniden vurgulamaktadır. Bu, Bediüzzaman'ın
Hz. Mehdi (as)'dan bahsederken "15. KEZ" kullandığı "O" zamiridir. "ZAT" kelimesini
ise Bediüzzaman kitabın başından bu yana Hz. Mehdi (as) için "13.
KEZ" kullanmıştır. Bediüzzaman'ın her iki kelimeyi de bu kadar
çok tekrarlamış olması, Hz. Mehdi (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğu
konusunda çok kesin deliller oluşturmakta ve manevi bir kişilik olmadığını
açıkça ortaya koymaktadır.
SONUÇ
Kitabın başından bu yana açıklanan tüm deliller, 13.
yüzyılın büyük müceddidi Bediüzzaman Said Nursi'nin, Hz. İsa (as)'ın yeniden
yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışı konusundaki kesin
kanaatlerini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) ilgili
tüm bu açıklamaları çok açık ve detaylıdır. Bediüzzaman bu açıklamalarında Hz.
İsa (as)'ın yeryüzüne geldiğinde gerçekleştireceği faaliyetlerden, deccal ile
olan mücadelesinden pek çok detay vererek bahsetmiştir. Aynı şekilde Hz. Mehdi
(as)'ın özelliklerini de ayrıntılı olarak tarif etmiş; kendisi de dahil olmak
üzere, daha önce yaşamış olan hiçbir müceddidin yerine getiremediği ve ancak
Hz. Mehdi (as)'ın gerçekleştireceği birtakım faaliyetler olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman'ın açıklamalarında Hz. Mehdi (as) ile ilgili olarak vermiş olduğu
tüm bu bilgiler Kuran ayetleriyle, hadislerle ve İslam alimlerinin
açıklamalarıyla da mutabıktır.
Bediüzzaman bu izahlarıyla, kendisine Mehdilik
iddiasıyla yaklaşan kimselere "Mehdi olmadığını ve neden
olamayacağını" yaptığı sayfalar dolusu izahlarla açıklamıştır.
"Hz. Mehdi (as)'ın seyyid olduğunu, tüm dünyaya hakim olacağını, İslam
birliğini sağlayacağını, Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını, Hz. İsa
(as)'la birlikte namaz kılacaklarını, deccali yenilgiye uğratacağını ve Kuran
ahlakını tüm dünyada yerleşik kılacağını" ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Bediüzzaman seyyid değildir ve kitap boyunca da açıklandığı gibi, bu konuyu
eserlerinde pek çok kez dile getirmiştir. Hatta Peygamberimiz (sav)'in
hadisleri doğrultusunda, seyyid olan kişinin seyyidliğini gizlemesinin İslam
ahlakına uygun olmayacağını açıklayarak, bu sözünün doğruluğunu bir kez daha ve
delil göstererek ifade etmiştir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman yaşadığı dönemde "tüm
Müslümanları tek bir çatı altında toplayarak İslam Birliğini oluşturmamış; tüm
inananların başkumandanı ve halifesi (manevi lideri) vasfını
taşımamıştır". "Tüm dünyaya adalet ve hakkaniyet getirmemiş",
"İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılmamıştır". "Hakim"
vasfına sahip olmamış", "tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini
almamıştır." Hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda
her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir iman hizmeti vermiştir.
Yaşadığı yüzyılın müceddidi olarak üstlendiği görevi en güzel ve en şerefli bir
şekilde yerine getirmiştir. Ancak onun tebliği kuvvet ve hakimiyet içerisinde
değil, maddi ve manevi açıdan gayet zor şartlarda ve benzersiz sıkıntılar
içerisinde geçmiştir. Hakim konumunda olmamış; aksine baskı altına alınmış,
ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Sayıldığı
gibi geniş bir kesimin desteğini almamış; aksine çeşitli haksızlıklara uğramış,
eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar
altında sürdürmüştür. Yukarıda sayılan imkanların ve yerine getirilecek olan
sorumlulukların ise, kendisinden sonraki yüzyılın müceddidi olarak Hz. Mehdi
(as)'a nasip olacağını bildirmiştir.
Tüm bunların yanı sıra Bediüzzaman "En
büyük müceddid", "en büyük müçtehid" de olmamış, "hüküm
vermeye en yetkili kişi olarak mezhepleri kaldırmamış ve kendi mezhebinin
sahibi olmamıştır". Bediüzzaman İmam Şafi'yi mezhep imamı olarak
kabul ederek, bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuş ve hayatının sonuna kadar
bu mezhebin gereğini uygulamıştır. Bediüzzaman eserlerinde bu durumu pek çok
kez ifade etmiştir:
"Evvelâ: Ben Şafiî'yim..."
(Emirdağ Lahikası, s. 38)
"...
hem hususî Şafiîce ibadetime." (Büyük
Tarihçe-i Hayat, s. 202)
"Yalnız
bu kadar var. Ben Şafiîyim..." (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
"Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu
için..." (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Bediüzzaman'ın da Risalelerde vurguladığı
gibi, Hz. Mehdi (as) tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin üstünde
olacaktır. O, bir başka mezhep imamına uymayacak; tüm inananlar, hüküm verme
yetkisine sahip "en büyük müceddid" ve "en
büyük müçtehid" olarak ona tabi olacaklardır.
Bediüzzaman tüm bu gerçekleri eserlerinde detaylı
olarak dile getirmiş ve bu şekilde kendisinin Hz. Mehdi (as) olmadığını
delilleriyle birlikte açıkça ortaya koymuştur. Bediüzzaman Mehdi olmadığını ve
Hz. Mehdi (as)'ın özelliklerini taşımadığını binlerce harften, yüzlerce
cümleden oluşan ifadeleriyle açıkça ifade etmişken, bunların doğru olmadığını,
aslında tam tersini söylemek istediğini öne sürmek büyük bir hatadır. Zira
Bediüzzaman, Mehdi olmadığını ispatlamak için bunların dışında daha ne kadar
özellik sayabilirdi? Mehdi olmadığını yüzlerce sayfa boyunca açıklaması yeterli
değil midir? Tüm Müslümanlar için bir hidayet önderi olan böylesine değerli bir
İslam alimi, doğru olmayan bir konu için neden bu kadar cümle, bu kadar kelime
ve bu kadar sayfa yanıltıcı açıklama yazsın? Allah'tan çok korkan, bu konuda bu
kadar hassas olan bir insanın Mehdi olmadığını söylemek için "180
MADDELİK" bu kadar kapsamlı bir yalan söylediğini iddia etmek
hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir yaklaşımdır. Bediüzzaman'ın sadece "Ben
Mehdi değilim" demesi, bu konunun anlaşılması için yeterli
olmalıydı. Bu açık beyanına rağmen, Bediüzzaman'a karşı böyle bir yaklaşımda
bulunmak, onun gerçekte doğruları söylemediğini ve insanları yanılttığını iddia
etmektir ki, bu da böylesine değerli bir İslam büyüğüne yöneltilen büyük bir
iftira ve büyük bir bühtan olur.
Üstelik böyle bir durumda, Bediüzzaman'ın ahir zaman
ile ilgili diğer tüm izahları da şüpheli bir konuma sokulmaktadır. Çünkü Hz.
İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) ile ilgili açıklamalarının batıni anlamları olduğu
iddiası, Bediüzzaman'ın ahir zamana ilişkin diğer sözlerinin de batıni manaları
olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda da bir süre sonra Risale-i Nur'un
tamamı bu hale getirilir ve Bediüzzaman'ın tüm eserleri gerçek manasından ve
hikmetinden giderek uzaklaşır. Oysa ki Risale-i Nur bir Kuran tefsiridir.
Tefsirin tefsiri olmaz. Bediüzzaman'ın herkes tarafından açıkça anlaşılan
sözlerine gerçeğinden farklı, zıt anlamlar verilerek yapılan bu tür bir tefsir
anlayışı son derece sakıncalıdır.
Risale-i Nur, her insanın okuyup anlayabileceği
kitaplardır. Bediüzzaman, sözlerine gizli anlamlar yüklememiş; düz bir
anlatımla anlatmak istediklerini açıkça ifade etmiştir. Ancak buna rağmen
"batıni tefsir" adı altında Bediüzzaman'ın sözlerine farklı anlamlar
yükleyerek, belki de binlerce insanın 30-40 yıldan beri yanlış yönlendirilmesine
neden olmak, elbette ki büyük bir sorumluluktur. Hz. Mehdi (as)'ın gelişi tüm
Müslümanlar için büyük bir müjdedir. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şerifinde "Mehdi
ile müjdelenin. O Kureyş'ten ve Ehl-i Beytimden bir kişidir. (Kitab-ul
Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 13) şeklinde
buyurmaktadır. Ancak bu konuda 'batıni tefsir' mantığıyla yapılan yanlış
yorumlarla, bu büyük müjdenin yolu kapatılmaya çalışılmıştır. Kuran
ayetlerindeki Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili haberler ve Peygamberimiz
(sav)'in hadislerindeki Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışıyla ilgili verdiği
müjdeler adeta yok edilmek istenmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı dönem boyunca İslam
dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde bulunmuş, yazdığı eserlerle tüm
Müslümanlara doğru yolu bulmalarında ışık tutmuştur. Hiç şüphesiz ki bir asrın
müceddidi olmuş böylesine büyük bir mütefekkirin Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi
(as)'ın gelişini müjdelediği sözleri de aynı şekilde Müslümanlara yol
göstermekte ve doğruyu bulmalarına vesile olmaktadır.
Bediüzzaman'ın da açıkladığı, tüm İslam alemi için
büyük müjdeler içeren bu olaylar, Allah'ın izniyle ahir zamanda Hz. Mehdi (as)
vesilesiyle yaşanacaktır. İslam ahlakının bu mutlak galibiyeti, Rabbimiz'in
Kuran'da 1400 sene önce bildirdiği bir gerçektir. Ayetlerde bu müjde şöyle
haber verilmektedir:
Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı)
bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 33)
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha
var: Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih. Müminleri
müjdele. (Saff Suresi, 13)
Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka
yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir
ayrıcalıktır). (Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı
bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti. (İbrahim
Suresi, 14-15)
Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman,
Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen
Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok
kabul edendir. (Nasr Suresi, 1-3)
Rabbimiz ayetlerinde "asla
vaadinden dönmeyeceğini" ise şöyle bildirmektedir: (Bu,) Allah'ın
va'didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
... Allah'tan daha çok ahdine vefa
gösterecek olan kimdir?... (Tevbe
Suresi, 111)
Allah'ı, sakın elçilerine verdiği sözden
dönen sanma... (İbrahim Suresi, 47)
Allah, "İslam ahlakını tüm dünyaya hakim
kılacağını, inanan kullarını güç ve iktidar sahibi kılacağını" vadetmiş ve
bu vaadinin kesin olduğunu bildirmiştir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde,
bütün büyük İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın sözlerinde de bu duruma
"Hz. İsa (as) ile Hz. Mehdi (as)'ın vesile olacakları" belirtilmiştir.
Rabbimiz'in bu vaadi doğrultusunda İslam ahlakı bir gün mutlaka hakim olacak ve
bir kişinin Müslümanların önderliğini üstlenmesi gerekecektir. Bediüzzaman
böyle dünya çapında bir hakimiyetle karşılaşmamış ve tüm dünya Müslümanlarının
liderliğini üstlenmemiştir. İslam dünyasının başında, tüm Müslümanları biraraya
getirecek şekilde bir lider uzun süredir yoktur. Müslümanların bu ilk lideri,
1400 senedir müjdelendiği gibi Hz. Mehdi (as) olacaktır. Yeryüzünden zulmü ve
karanlığı kaldıracak, İslam ahlakının güzelliğinin tüm insanlar tarafından
yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman da kitap boyunca yer verilen
sözlerinde bu gerçeği dile getirmiş ve tüm Müslümanları bu büyük hidayet
önderinin gelişiyle müjdelemiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) de hadislerinde bu önemli
değişime vesile olacak olan Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın gelişlerini şöyle
haber vermiştir:
Nefsim kudret elinde
olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi
yakındır... (Buhari,
Kitabü'l-Büyu': 102, Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim, İman: 242 (155); Ebu
Davud, Melahim: 14 (4324); Tirmizi, Fiten: 54 (2234))
Nefsim kudretinde olan
Allah'a yemin ederim ki, Hz. Mehdi (as)'ın babası Kureyşi'dir. Eğer istenseydi
onu en son ceddine (soyuna) kadar
sayardım, çünkü Hz. Mehdi (as), İslam'ın sonu olacaktır." (El-Kavlu'l
Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Beklenen Mehdi'nin Alametleri, s. 25)
Kuran ayetlerinde, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde, İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın sözlerinde verilen tüm bu
müjdeler çok açıktır. Ancak buna rağmen, Hz. İsa (as)'ın gelişinden ve Hz.
Mehdi (as)'ın ortaya çıkışından şüphe duyup tedirginliğe kapılanlar (ki bu çok
büyük bir yanılgıdır) olabilmektedir. Kuran'da da, Allah'ın müminlere önderlik
edecek bir elçi göndermesinden şüphe duyan kimseler olabileceği haber
verilmiştir. Bir ayette "Hz. Yusuf'tan sonra peygamber
gelmeyecek" diyen kimselerin örneği şöyle bildirilmektedir:
"Andolsun, daha önce Yusuf da size
apaçık belgeler getirmişti. O ZAMAN SİZE GETİRDİKLERİ HAKKINDA KUŞKUYA
KAPILIP DURMUŞTUNUZ. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; "Allah, ONDAN
SONRA KESİN OLARAK BİR ELÇİ GÖNDERMEZ." İşte Allah, ölçüyü
taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır." (Mümin Suresi, 34)
Bediüzzaman ise, bu tür şüphelere kapılan kimselerin
böyle bir yanılgıya düşmelerinin nedenlerini şöyle açıklamıştır:
Kıyamet alâmetlerinden ve âhir zaman vukuatından
(olaylarından) ve bâzı a'malin (amellerin) fazilet ve sevablarından bahseden
ehâdîs-i şerife (hadisler) güzelce anlaşılmadığından, AKILLARINA GÜVENEN
BİR KISIM EHL-İ İLİM (ilim sahibi kişiler), ONLARIN BİR KISMINA ZAÎF (zayıf) VEYA
MEVZU (uydurma hadis) DEMİŞLER. İMANI ZAYIF VE ENANİYETİ KAVİ (kendini
şiddetli şekilde beğenen) BİR KISIM DA, İNKÂRA KADAR GİTMİŞLER.(Sözler, s.
355)
Bediüzzaman'ın bu açıklamasına göre;
- hadislere yanlış yorumlar yapılması ve aktarılan
bilgilerin doğru anlaşılmaması,
- iman zafiyeti ve
- enaniyet
- iman zafiyeti ve
- enaniyet
bazı kimselerin bu gerçekleri reddetmelerine neden
olabilmektedir. Hiç şüphesiz iman zafiyeti ve enaniyet, her müminin titizlikle
kaçınması gereken eksiklik ve kötülüklerdir. Ancak her ne sebeple olursa olsun,
Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin herhangi bir şekilde tevil
edilmesinin ve bu konudaki gerçeklerin üzerinin örtülmesinin, ileride bir
mahcubiyet konusu olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Hz. İsa (as) ve
Hz. Mehdi (as) tüm inananların şevkle beklediği müjdelenmiş şahıslardır. Bu şahısların
gelişlerini beklemek ve bu tarihi olayı müjdelemek her Müslümanın görevidir.
Allah kaderde Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın İslam
ahlakını hakim etmelerini takdir etmiştir. İnşaAllah Rabbimiz bu büyük müjdenin
gerçekleştiğini yakın gelecekte müminlere gösterecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder